22 Şubat 2022 Salı

1965 YILI SONRASI TÜRKİYE’DE KIBRIS MESELESİ



                                               *Mihriban KAYA


        Türkiye'nin dış siyasetinin sükûnetini tehdit eden Kıbrıs Sorunu, 1959-60 Zürih ve Londra antlaşmaları ile bir çözüme bağlanmış, fakat 1963’te Rum idaresinin adanın tümünü ele geçirmek için ada Türklerine karşı giriştikleri hücum ve katliamlar ada rejiminin garantörü olarak Türkiye'yi harekete geçmeye mecbur bırakmıştır.

      Türk uçaklarının Kıbrıs üzerinde ikaz uçuşları yapması, ABD başkanı Johnson'un o tarihe Ankara’da koalisyon hükümetinin başında bulunan İnönü’ye mektup yazarak Türkiye'yi bir Sovyet müdahalesinde koruyamayacağını bildirmesine neden olmuştur. Türkiye’nin 1974’te adaya asker çıkarmasının anlaşmalara dayanan haklı ve meşru bir hareket olduğunu hesaba katmayan ABD başkanı Carter, Türkiye'ye silah ambargosu koymuştur. Çok hassas bir noktada, yani Sovyetler sınırında bulunan bir müttefikine ABD’nin koyduğu ambargonun yarattığı parça eksikliği, Türk savaş uçaklarının havalanmasını engellediği gibi başka birçok sıkıntılara da neden olmuştur. 

      Bu olayların arkasında acı gerçekler mevcuttu. Ülkeler birbirine ne kadar yakın olursa olsunlar, çoğu kez kararlarını, lobilerin baskısı ve kültürel, dini tercihlerine göre vermekteydiler. Halkın oyu ile yasama ve yürütme organlarını seçen demokrasilerin, bilhassa ABD gibi büyük devletlerin kültürel, ekonomik, dinsel baskılara göre hareket etme ihtimali çok büyüktü. Kıbrıs siyaseti nedeniyle Türkiye’ye yöneltilen tehdit ve ambargolara karşı, Ankara'nım eli kolu bağlıydı. Türkiye'nin NATO’dan ayrılarak Sovyetlerin idaresindeki Varşova Paktı’na girmesi, her ne kadar böyle bir tehdit savunanlar olmuşsa da, düşünülemezdi. Türkiye kendi başına, bağımsız hareket edecek durumda olmadığı için, Amerikan tehditlerine karşı susmak zorunda kalacaktı. 

     


   Kıbrıs Sorunu günümüzde halen çözülmüş değildir ve tüm uğraşılara rağmen çözüleceğe de benzemiyor, çünkü Kıbrıs Rum idaresini Yunanistan ve Avrupa Birliği üyelerinin büyük bir kısmı desteklemektedir. Kıbrıs birçok çözüm teklifini reddetmekle kalmayıp, Türkiye limanlarının (hem de mütekabiliyet olmaksızın) Kıbrıs gemilerine açılması konusunda da ısrar etmektedir. Keza Türkiye’de Kıbrıs Rum bölgesi devlet olarak tanımamaktadır. Kıbrıs Sorunu esasen Yunanistan kendi topraklarında yaşayan Türklere Müslüman denmesi için ısrar ederek, milliyeti dinin belirlediğini öne sürmektedir. Diğer yandan 5-6 Eylül 1955’’te İstanbul’da Rum mağazalarının yağlanmaması, Yunan pasaportu ile Türkiye'de oturan veya iş sahibi olan Rumların oturma izinlerinin yenilenmemesi, İstanbul'da 1940’larda en az 80.000 olan Rum nüfusunun hemen hemen hepsinin Yunanistan’a veya başka yerlere gitmesine neden olmuştur. Bugün İstanbul Rum nüfusu 5000’in altındadır. Rum kilise vakıf mallarının tasarrufunun dondurulması, Halkalı din okullarının kapatılması gibi kararlar Yunanistan’la gerginliği arttırmıştır. 

       Tüm bunlara Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin durumunu eklemek de yerinde olacaktır. Lozan Antlaşması ile patrikhane bir Türk kurumu sayılarak, Türk kanunlarının hükmü altına sokulmuştur. Patrikhane ise evrensel olduğunu iddia ederek uluslararası kanunlara tabiî olduğunu savunmaktadır. Bu istek gerçekleşirse, patrikhane Türk kanunlarına değil, uluslararası hukuka tabi olarak devlet içinde devlet haline gelecektir. Ortodoks Hristiyanlarının hemen hemen tümünün milli kiliselerine ve kendi milli devletlerinin kanunlarına tabii oldukları düşünülürse, İstanbul Patrikhanesi’nin ekümenlikten nasıl bir amaç güttüğü anlaşılabilir. Diğer yandan İstanbul Patrikhanesi'nin bir Bizans ve Osmanlı kurumu olduğu göz önünde tutulursa, Yunanistan tarafından haklı veya haksız yere kendi çıkarları için kullanılması uygunsuz olacaktır. Ortodoks bayramlarında yüzlerce Yunanın İstanbul’a gelerek patrikhanede kilise ayinlerine katılması, hatta bazı nikâhların orada kıyılması, eski tarihi milliyetçilik iddialarını ayakta tutmak anlamına gelmektedir.

      Fakat Yunanistan ile Türkiye arasında ki en büyük sorun, Ege ve Doğu Akdeniz hava ve deniz sahası kontrolüdür. Yunanistan kendi sahillerinin 12 mil olduğunu iddia ederek Türkiye’nin Ege Denizi’ne çıkışını engellemek istediği gibi, bu denizde bulunacak petrol ve gaz yataklarına da sahip çıkmaktadır. Son zamanlarda Doğu Akdeniz'de bulunduğu söylenen çok zengin gaz yataklarına yalnız Kıbrıs ve İsrail’in sahip çıkması, durumu bir kat daha karışık hale sokmaktadır. Şunu da vurgulamak gerekir ki AKP hükümetinin Kıbrıs Sorununu çözmek için 2004 senesinde Rumlara ödün vermeye hazır çabaları, adada Rauf Denktaş’a karşı olan Başbakan Mehmet Ali Talat'ı desteklemesi ve Kıbrıs Sorununun çözümünü Birleşmiş Milletlere ve Kıbrıs halkına bırakmaya razı olması netice vermemiştir. Çünkü Yunanistan, Kıbrıs hükümeti aracılığıyla adaya mutlak hakim olmak istemiştir.

        Adanın Türk bölümünün 1983'te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) adı altında ayrı bir devlet olarak ilan edilmesinden sonra KKTC'yi Türkiye'den başka hiçbir ülke tanımamıştır. Yunanistan AB’ye üye olmuş bir Türkiye’nin kendisi için daha güvenli olduğuna inanmakla beraber, Kıbrıs Sorununu kendi lehine sonuçlandırmak için, Türkiye’nin AB üyeliğini koz olarak kullanmaktan geri durmamaktadır. Her ne kadar Türkiye- Yunanistan ilişkileri 1999’dan beri bir hayli düzelmiş ve Yunanistan’ı kasıp kavuran borçlarını ödeyememe krizi havayı daha da yumuşatmışsa da, iki ülke arasında çok yönlü sorunlara çözüm getirememiştir. Ekonomik krize ve aşikar olan tasarruf ihtiyaçlarına rağmen Yunanistan askeri harcamaları yüksek tutmaya devam etmiştir. Ege, Akdeniz, Kıbrıs ve Yunanistan zincirleme olarak Türkiye’nin başlığa dış sorunları olmaya devam etmektedir. Bu arada, Rauf Denktaş'ın 2012 senesi başlarında ölümü, Kıbrıs ve Yunanistan siyasetlerini çok iyi bilen bir vatanseveri ülkesine hizmet etmeye devam etmekten mahrum etmiştir. 

        Kıbrıs Sorunu, Koalisyon karmaşaları ile beraber (1971-1980) CHP döneminde ivme kazanmıştır. Türkiye’de dönemin dış siyasetine bakıldığında;  CHP'nin ortanın solu politikasını yürütmeye ve demokratikleşme hareketlerine önem vermesine karşılık MSP, İslam’ı ön plana çıkararak daha fazla oy kazanıp iktidarı eline geçireceğine inanmaktaydı. Her ne kadar iki parti arasında imzalanan işbirliği protokolünde Ceza Kanunu’nun sosyal düşünceyi ve kültürel özgürlüğü kısıtlayan 141. Kanunu’nun sosyal düşünceyi ve kültürel özgürlüğü kısıtlayan 141, 142, 163. maddelerini kaldırma konusunda anlaşma sağlanmış olsa da, partilerin inanç, yani din hürriyeti hakkında ki görüşleri aynı değildi. Başbakan Ecevit ve Başbakan Yardımcısı Erbakan hem birbirlerinden çok farklı dünya görüşlerine sahiptiler, hem de aralarında güvensizlik hakimdi. 

   Nitekim Kıbrıs Çıkartması iki parti arasındaki anlaşmazlıkların su yüzüne çıkmasına yardım edecektir. Türk dış siyasetinin büyük bir sorunu olan ve Türkiye'nin Avrupalı müttefikleri ile arasının açılmasına neden olan Kıbrıs Sorunu, Yunanistan'ı 1966’den beri idare eden askerî cuntanın adanın cumhurbaşkanı Makarios'u bir darbe ile iktidardan düşürerek adayı kendilerine bağlama planlarından kaynaklanmıştır. 1960 Londra ve Zürih antlaşmalarında tespit edilen esaslara göre,  ada rejimini herhangi bir taraf tek başına değiştirmeye kalkarsa, garantör ülkeler birlikte veya tek başına değiştirmeye kalkarsa, garantör ülkeler birlikte veya tek başına eski rejimi korumak amacı ile harekete geçebileceklerdir. Türkiye’nin beraber hareket etme teklifini İngiltere reddedince, Türkiye tek başına 20-22 Temmuz ve 14-16 Ağustos 1974’te adaya Barış Harekatı olarak isimlendirdiği askeri çıkarmayı gerçekleştirmiştir. Adaya asker çıkarmakta temkinli davranmak isteyen CHP'den farklı olarak MSP adanın tümünü işgal etmek istemiş, sonra Ecevit’in kazandığı büyük prestij karşısında ada harekatını kendisinin başlattığını öne sürmüştür. 

         Türkiye'de Kıbrıs Harekatının iç politikada bazı etkileri olmuştur. CHP'li başbakan Ecevit, kendisinin seyahat veya başka nedenlerle makamından ayrıldığı dönemlerde, başbakan yetkilerini eline alan Erbakan'ın bu yetkileri tek taraflı kullandığından şikayet etmekteydi. Koalisyon hükümeti Eylül 1974’te Ecevit’in istifası ile dağılınca yeni hükümeti kurma görevi Sadi Irmak'a iki defa verilmiş, Irmak başarı sağlayamayıp Ecevit tekrar hükümet kurmayı reddedince vazife Süleyman Demirel’e düşmüştür. Ecevit’in 1974 Kıbrıs Çıkartmasından faydalanarak tek başına hükümet kurma düşüncesi CHP'nin gerçek bir demokratik parti olmasını önlemiştir. 

Kıbrıs Sorunu günümüzde halen (2020) çözülmüş değildir ve tüm uğraşılara rağmen çözüleceğe de benzemiyor, çünkü Kıbrıs Rum idaresini Yunanistan ve Avrupa Birliği üyelerinin büyük bir kısmı desteklemektedir. Kıbrıs birçok çözüm teklifini reddetmekle kalmayıp, Türkiye limanlarının (hem de mütekabiliyet olmaksızın) Kıbrıs gemilerine açılması konusunda da ısrar etmektedir. Keza Türkiye’de Kıbrıs Rum bölgesi devlet olarak tanımamaktadır. Kıbrıs Sorunu esasen Yunanistan kendi topraklarında yaşayan Türklere Müslüman denmesi için ısrar ederek, milliyeti dinin belirlediğini öne sürmektedir.


Teşekkür ederim.

İstanbul / 2022



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder