25 Mart 2022 Cuma

Ekber Şah' ın Kişiliği Ve Devlet Adamlığı

 

   Ekber, baba tarafından Timur'un yedinci torunu idi. Çünkü Ekber, Hümayun' un o da sırası ile Ömer Şeyh'in o da Ebu Said' in o da S. Mehmed'in o da Miran Şah' ın o da Timur Gürkan' ın oğludur. Ekber' in menşeisi; Babür büyük atası yolundan Cengiz Han'ın torunudur. Babür tarafından bizzat bu durum tesbit edilmiştir.

Yani Ekber, Timur'un yedinci Babür' ün de birinci torunudur. Ekber, babası Hümayun yaşarken onun döneminde daha bir çocuk olmasına rağmen, mirasını elinden kaptırmamak için dövüşmek zorunda kalmış, daha sonra saltanatını genişletmek için fetihlere katılmış ve hududunu çevreleyen tüm memleketleri ülkesine katarak sonunda imparatorluğu denizden denize uzanmıştır.

  Ekber, Dekan adı verilen yerden tüm Hindistan' ın hakimi olmuştur. Ekber yalnızca bir fâtih değildi, büyük bir idare adamı da değildi çünkü fütühatını benimseyen ve fatihliğini benimseyen bir şahsiyetti. Onun bir hükümdar sıfatı ile kazandığı muvaffakiyet çok daha büyüktür. Çünkü bir birinden farklı ırk, din ve bir birinden ayrı memleketlerden ahenkli bir bütün oluşturmaya muvaffak olmuş ve bunu kurduğu sağlam teşkilat ile sağlamlaştırmayı başarmıştır.

Ekber, teşkilatçılık bakımından da tam bir dehâydı. Kendisi Hindistanlı değildir Hindistan' ın yabancısıydı belki fakat fethettiği Hindistan'ı benimsemiştir.

Ekber' in şahsiyetine gelince, Ekber hakkında en belirgin kaynaklardan biri onun en yakın dostlarından biri olan Ebul Fadl' ın Ekbernamesidir. Ekber in fiziksel özelliklerine baktığımızda, burada onun; biçimli fakat irice, orta boylu fakat geniş omuzl, derli toplu, olgun, buğday tenli bir adamdır. Gözleri gömükçe, kirpikleri uzundu. Bıyıklı idi fakat sakalsızdır. Sesi yüksek ve dolgun, güldüğü zaman tüm yüzü gülerdi. Hareketleri süratli, gençliğini at sırtında geçirmiş, bacakları biraz eğridir. Başı sağ omzuna doğru yatık, burnu kartal gagası gibi, simâsına hakim değildir. Düz ve küçük burun delikleri, geniş ve sol burun deliğinde bir ben görülürdü. Genel manzarası çirkin değildir. 

Mizacı asabi idi, bunun farkında olduğundan idâm hükmü verdiği zaman, bu hükmün iki defa tasdik edilmeden icra olunmamasını emretmişti. Hiddeti korkunçtu fakat kolay yatışırdı. Meraklı bir kişilikti ve her şeyin iç yüzünü öğrenmek isterdi. Derin duygulu, derin düşünceli biriydi. Din, felsefe alanlarında çalışmaları mevcuddur. Uzaktan yakından tanıştığı her din ile temas etmiş, her dinin zevkini tatmaya çalışmış, kâh kıbleye dönüp namaz kılmış kâh ateşler yaktırarak güneşe tapmış kâh dünyada el çekmeyi tavsiye edenlerin yolunu tutmuş kâh musevilerin hahamları ile düşüp kalkmıştır. Fakat hiçbir zaman bir fâtih olduğunu ve imparatorluk kurduğunu unutmamış, düşmanlıklar kazandığı halde zerre kadar sarsılmamış ve sonunda imparatorluğunun bütün elemanlarını kaynaştırmak, tebaasını ayıran vicdan ve itikat ithilaflarını ortadan kaldırarak hepsinden içi ve dışı birleşik bir bütün vücuda getirmek kaygısı ile yeni bir Din tasarlamış ve bunu yaymak için çalışmıştır.

Bütün bu işleri yapmış ve başarmıştır, bu adam ümmidir. Gövdesini durmadan çalıştırdığı gibi kafasını da durmadan çalıştırıyordu. Felsefi meselelerden haz duyduğu halde ümmi bir adamdır. Okuma yazma bilmezdi. Ekber her duyduğunu aklında tutuyor, zamanı geldiğinde öğrendiklerini yerinde kullanıyordu. Kitaplar kendisine okunur kendisi de dinlerdi. Dinlediği kitapların her şeyini aklında tutardı. Hafızası da enerjisi gibi harikaydı. Ekber in sarayında ki ressamlar, nakkaşlar Ve mimarlar resim yapmayı da öğrenen imparatorun nezaretinde çalışıyorlardı. İmparatorun kendisi bir musiki ustasıydı. Aynı zamanda bir çok el işlerinde hünerli bir sanatkârdı. Hint imparatorunun sarayında bulunan, (Ekber'in) vukubulan münasebetler ve münakaşalar Avrupa'da ki eşlerinden kat ve kat üstündür.

Ekber, Hindistan' ın bir volkan gibi alev döken güneşinden korunmak için kırmızı taştan yapılma sarayının verendasında oturur ve kendisini görmek isteyenleri birer birer kabul ederdi. Ekber, dizlerine kadar uzanan bir setre giyer, başında saçlarını örten bir sarık, boynunda kalın birinci dizisi sarkardı. Büyüklere büyük ve eğilmeyen bir adamdı. Pilav ve tatlı en belli başlı gıdasıydı.

İktisadî, dinî ve sosyal reformlarına gelince ; Ekber, her şeyden önce dinin cemiyet hayatında ki değerini anlıyor ve onun birleştirici, kaynaştırıcı olduğuna inanıyordu. Ekber, kendini Hindistan'a vermiş, Hindistan'ı benimsemişt. Hindistan' ın en büyük derdi ise türlü türlü dinler yüzünden bir birlik kuramamasıydı. Ekber'in tüm derdi ise benimsemiş olduğu Hindistan'da bu birliği kurmak ve Hindistan'ı ezeli bir dertten kurtarmaktı. Onun için de Ekber, yeni bir din vücuda getirerek bütün tebaasını birleştirmek istedi. Ekber' ın tüm derdi Hindistan'ı zaptetmek ve ondan bir birlik kurmaktı. Ekber'in karşılaştığı en büyük engel din ayrılığı idi ve bu engeli aşmak icap ediyordu. Ekber, tanıdığı tüm dinler ile temas etmişti. Bunların her birinde iyilik vardı. Acaba tüm bu iyilikleri birleştirip kaynaştırarak bir din yaratmak ve bu dini herkese kabul ettirmek mümkün müydü ? 

Ebu- l Fadl' ın babası Şeyh Mübarek, Ekber'in kafasına bir tohum atmış, Ekber'e tebaasının dini rehberi olmasını söylemiş ve bu tohum onun kafasında filizlenmişti. Ekber, devletini teşkil eden muhtelif unsurları birleştirmeyi temel alan bir itikad icad etmek istedi. Her şeyden önce birleştirici bir nokta vardı. O da Allah' dı. Allah vardı ve bütün dinleri ve mezhepleri bu esas etrafında birleştirmek mümkündü. Çünkü dinler ve mezhepler içinde Allah' ı inkar eden yoktu. Ekber, Allah' ın varlığına inanıyor ve bunun bütün dinler ve mezheplerce kabul olunacağına inanıyordu.

Ekber'in ikinci düşüncesi çok koftu, o da suydu. Kendini yer yüzünde Allah'ın biricik mümessili saymak istiyordu. Böylelikle manevî kuvveti ile yeryüzünde tek bir şahıs etrafında toplamak istiyordu. Ekber'in ilahi dinine göre kendisi Allah'ın mutlak vekiliydi ve ona bağlananlar can, mal, namus ve iman namına ne varsa bunların hepsini ona vereceklerdi. Ona göre bu dine girenler dört dereceden geçeceklerdi. Dine girmenin merasimi; sarığını çıkarıp eline almak ve padişahın ayağına kapanmaktı. Bu şekilde padişahın ayağına kapanan mürid, padişah tarafından kaldırılır, sarığı başına geçirir ve böylece bu adam zahiri hayattan çıkmış ve hakiki hayat kapısından içeri girmiş sayılır ve Ekber ona üzerinde kendi resmi ile Allahu Ekber yazılı bir şast verirdi. Bu dine uyanlar bir birlerine selam vermezler, birinin Allahu Ekber demesi ile Celle Celalüllahü demeleri gerekir. Bu dinde abdest yoktu ve et yemek yasaktı. Ancak yaban domuzu ve kaplan yenebilirdi. Sıhhat için şarap mübahtı. Fakat sarhoşluk şiddetle yasaktı. Yeni dine girenler Şah Ekber' in ilahi itikadını kabul ediyor ve böylece mal, can, namus ve dinini fedaya hazır olduğumu beyan ediyorum diye bir beyannameyi dolduruyorlar ve bunu yeni dinin imamı sayılan Ebu'l Fadl'a verirlerdi. Akraba arasında, meselâ kardeş çocukları arasında evlenme yasak edilmişti. Evlenme yaşı erkeklerde 31 kızlarda 13 olacaktı. Namaz, hac yasak edilmişti. Yasağa uymayanlara ceza verilecekti. Ayların adları Acem'ceden çevrilmiş ve bunların şemsi takvimi kabul olunmuştu. 

Ekber, o derece azdı ki ; Jezvitler' in kaynağına göre Lahor' da bir tek camii, bir tek Kur'an- ı Kerim nüshası kalmamış, camii namına ne varsa ahıra çevirmişti. 

Ekber, hazırladığı dini ilan ettikten 13 sene sonra bu dinin şahsı etrafında toplandığını, yürütemediğini ve yayılmadığını görmüş ve bu kabahati müslümanlara yükleyerek onlara karşı sert, haşin bir tarzda hareket etmiş ve bu yüzden onun en belli başlı vasfı olan müsamahakârlığını kaybetmiştir.

Bir hükümdarın hâşâ peygamber rolü oynaması ancak bu neticeyi verebilirdi. Ekber, islâm bayramlarını kaldırarak yerine parsilerin 14 bayramlarını koymuştu. Yalnız Cumâ namazı kaldırılmamıştı. Arapça öğrenilmesi yasak edilmişti. Ekber, islâm dinini baltalamak ile kalmamış, Brahmanlığın fena gördüğü bazı adetlerini kaldırmıştı. Güneşin sanskrit dilince bin bir adı zikir gibi kullanılmak üzere dağıtılmıştı.