30 Ağustos 2020 Pazar

Kubilay hanlığı (1214-1294)

Kubilay Kağan Kimdir ?


Kubilay Han, 23 Eylül 1215 tarihinde doğdu. Cengiz Han’ın en küçük oğlu Tuluy ile Büyük Hatun Sorkaktani’nin ikinci oğludur. 

Moğol geleneğine göre büyütülmesi için önce Nayman ve ardından Tangut kabilesinden kadın bakıcılara verildi. Çocukluğunda iyi bir eğitim aldı. 

1225’te başarılı geçen ilk avından sonra Moğol âdetince dedesi Cengiz Han tarafından parmaklarına et ve yağ sürüldü. Ağabeyi Mengü Kağan zamanında Şan-si ve Honan eyaletlerinin idaresiyle Sung hânedanı hâkimiyetindeki Çin’in zaptıyla görevlendirildi.

1259’da Mengü Kağan’ın vefatı üzerine Sung Devleti ile barış yaparak Moğolistan’a döndü ve en küçük kardeşi Arıkboğa ile (Arık Buka) taht mücadelesine girişti. Taraftarlarınca 1260’ta kağan ilân edildikten sonra Gobi çölü yakınlarında yapılan savaşta kardeşi Arıkboğa’yı mağlûp etti (1261).


     Kubilay Kağan‘ın Kardeşleri İle Olan Mücadelesi Ve Büyük Kağan Olması :

  

Cengiz Han’ın Yesüngge’ye olan teveccühü sebebiyle Cengiz Han’ın “ölüm saatinin yaklaştığına dair bir rüya” gördüğünde, Moğol prenslerden yalnızca Yesüngge’nin, Cengiz Han’ın yanında olması gerçeğiyle kanıtlamış ve bu zaman zarfında Yesüngge’nin, Büyük Han’ın muhafız kıtasından sorumlu olduğunu bilmekteyiz.

Yesüngge, Cengiz Han’ın öncülüğünde başlayan askeri kariyerinin ardından, Eylül 1229 yılında Ögedey Han’ın, Temmuz 1251’de de Möngge Han’ın seçildiği kurultaylara katılmıştır. Ardından da, Sung Hanedanı’na karşı düzenlenen seferde Moğol ordusunun sol kanadının komutanlarından biri olarak görevlendirilmiştir. Yine 1253 yılında Kore’ye düzenlenen sefere de iştirak etmiştir 

Ağustos 1259’da Möngge Han’ın ölümü üzerine Karakurum yakınlarında yurt tutmuş olan en küçük kardeşi Arig-Buha, Moğol geleneklerine uygun olarak, tahta çıkmak için harekete geçmiştir. Bütün bu olan bitenler karşısında Kubilay, Haziran 1259’da Kaiping’te başka bir kurultay düzenleyerek, kendini “Moğolların Büyük Kağanı” ilan etmiştir.

Kubilay ile Arig-Buha arasında yaşanan taht mücadelesinde Yesüngge ordusuyla birlikte belirleyici bir rol oynamıştır.

Kubilay Han da Yesüngge’ye olan güvenini ve şükranlarını ifade etmek maksadıyla 12 Mayıs 1262 tarihinde ejderha boynuzlu ve kabzasında: “Yüan resmi tarihinde ölümsüzleştirilen Büyük Prens Yesüngge’nin mührü” ifadesini içeren altın bir mühür vermiştir. 

Arig-Buha nihayet 1264 Ağustosu’nda Kubilay tarafından mağlup edilince, Arig-Buha ve destekçilerinin sorgulamaları Yesüngge tarafından gerçekleştirilmiştir.

Yesüngge’nin ölüm tarihi hakkında elimizde kesin bir malumat yoktur, ancak Reşidüddin’in verdiği malumata göre Kubilay Han döneminde (1260-1294), Cüçi- Hasar’ın Ulusu’na Yesüngge’nin oğlu Amagan hükmetmekteydi. Reşidüddin Yesüngge’nin fiziki durumu hakkında bilgi verirken, 75 yaşında olduğu halde kafasında tek tel bile beyaz saç olmadığını belirtmektedir.


    Kubilay Hanlığı’nın Kuruluşu :

Kubilay Kağan tahta yerleştikten sonra Moğol İmparatorluğu’nun idarî yapısını yeniden düzenledi. Başşehri, Orhon vadisindeki Karakorum’dan eski Çin başşehri Yen-kin yakınlarında kurduğu Hanbalık (Çin kaynaklarında Ta-tu, bugünkü Pekin) şehrine taşıdı.
 İran’ın idaresini Hülâgû’nun oğlu Abaka’ya, Cuci ulusunun idaresini Batu Han’ın torunu Mengü Timur’a, Çağatay ulusunun idaresini de Kara Hülâgû’nun oğlu Mübârek Şah’a verdi. 
Kubilay Kağan, daha sonra Çağatay hânedanından Barak Han’a yarlık verip ülkeyi kendi nâibi sıfatıyla ve Mübârek Şah’la birlikte yönetmesini istedi. Ancak Barak Han mücadeleye girdiği Mübârek Şah’ı mağlûp edip Hucend’i ele geçirdi. (1311)
Kubilay Kağan taht iddiasıyla ortaya çıkan Ögedey’in torunu Kaydu’yu bozguna uğrattı (1268). Uzun bir mücadelenin ardından 1276’da Sung hânedanına nihayet verip Çin’in yegâne hâkimi durumuna geldi ve Çin tarihinin resmî yirminci sülâlesi olan Yüan hânedanını (1271-1368) kurdu. Doğrudan yahut kendisine tâbi hanlıklar vasıtasıyla doğuda Büyük Okyanus’tan batıda Akdeniz’e ve Doğu Avrupa’ya kadar uzanan geniş bir imparatorlukta hüküm sürdü.

Tarihte Çin’in tamamına hükmeden ilk yabancı hükümdar olan Kubilay Kağan, Moğol İmparatorluğu’nu daha da genişletmek için pek çok sefer düzenledi. 1277-1287 yıllarında Birmanya’ya (Myanmar) yapılan dört sefer başarıyla neticelendi ve Pagan Krallığı yıkıldı.
 Hint Okyanusu’ndaki bazı adalar hâkimiyet altına alındı. Ancak Kasım 1274’te yaklaşık 900 gemi ve 15.000 askerle başlatılan Japonya’yı istilâ teşebbüsü 1285’te başarısızlıkla sonuçlandı. Çinhindi’ne karşı 1280 ve Cava’ya karşı 1292 yılında gerçekleşen askerî harekâtlarda da ciddi bir başarı elde edilemedi.
Kubilay Han’ın İlim, Kültür, Sanat ve Edebiyat Alanında ki Yenilikleri :

Kubilay Kağan saltanatı boyunca ilim, kültür, sanat ve edebiyatı himaye etti. 
Hanbalık’ta iki rasathâne inşa ettirdi. 
Tibetli lama Passe-pa’nın icat ettiği dört köşe bir yazıyı Moğolca’ya uygulattı. 
Her ne kadar kendisi Budizm’i kabul ederek bu dini yaymaya çalıştıysa da diğer dinlere karşı müsamahalı davrandı, ancak İslâmiyet’e şiddetle karşı çıktı.
 İdarî, malî ve ziraî alanlarda pek çok yeni düzenlemede bulundu. İdarî teşkilâtı yeniden tanzim ederek ülkeyi on iki eyalete ayırdı. 
Ülkede umumi bir nüfus sayımı yaptırdı. 
Yolların güvenliğini sağlayıp posta teşkilâtını yeniden düzenledi. 
Çiftçilere tohum ve tarım aletleri dağıtmak, tahıl ambarları inşa etmek ve zaman zaman vergi borçlarını affetmek suretiyle ziraî faaliyetleri teşvik etti. Bu sayede Moğol istilâsının Çin’de yol açtığı tahribatın olumsuz izlerini kısmen de olsa silmeyi başardı.
Kubilay Han’ın Kişiliği Ve Şahsiyeti :

18 Şubat 1294 tarihinde ölen Kubilay Kağan’ın yaptığı evliliklerden kırk yedi oğlu ve çok sayıda kızı dünyaya gelmişti. Reşîdüddin Fazlullāh-ı Hemedânî, oğullarından muteber olan on ikisinin adını zikreder.
Ölümünden sonra tahta torunu Temür Olcaytu geçti.
 Kubilay Kağan çağdaş kaynaklarda cesur bir savaşçı, usta bir kumandan ve bilge bir hükümdar olarak zikredilir. 
Kışları umumiyetle Hanbalık, yazları ise Kay-ping-fu’da geçirir, mart başlarından mayıs ortalarına kadar avlanır, eylül ayındaki doğum gününü de büyük bir törenle kutlardı. 
Kudret ve ihtişamı onu bizzat gören Venedikli seyyah Marco Polo tarafından “insan, toprak ve hazine bakımından dünyanın en güçlüsü” ve “Âdem’den bugüne kadar hiç görülmedik ölçüde güçlü” şeklinde tasvir edilmiştir. 
Kubilay Kağan, Moğol İmparatorluğu’nun son büyük hükümdarıdır. Onun ölümünün ardından İlhanlı ve Altın Orda hükümdarlarının büyük hana olan tâbiiyet bağları yavaş yavaş kopmuştur. Moğol İmparatorluğu’nu Çin’den yönetme teşebbüsü, Yüan hânedanının son hükümdarı Togan Temür’ün Çin’i terketmek zorunda kalmasıyla 1368 yılında son bulmuştur.

Teşekkür ederim.

JOHN STEİNBECK- GAZAP ÜZÜMLERİ KİTAP ÖZETİ

 Özet:

       Amerikalı yazar John Steinbeck'in ilk kez 1939 yılında yayınlanan ve şüphesiz ki yazarın en büyük eseri addedilen Gazap Üzümleri ilk yayınlandığında Amerika'da şok etkisi yaratmış, büyük ses getirmiştir. Aynı zamanda Gazap Üzümleri Steinbeck'e Pulitzer ödülünü de kazandırmıştır. 'Büyük Buhran' döneminde tarımın kapitalistleşmesiyle yoksullaşan ve toprakları ellerinden alınan çiftçi ailelerinin ayakta kalma mücadelesini ve batıya göçlerini anlatan kitapta kapitalizm eleştirisi büyük yer kaplıyor.  

      Oklahoma’da köylüler çok zor durumdadır. Ekonomik nedenlerden dolayı hep pamuk yetiştirmek zorunda kalan çiftçilerin toprak sahipleriyle ortak olan arazileri çoraklaşır, verimden düşer. Bu yüzden işçi konumundaki çiftçiler toprak sahipleri tarafından çiftliklerden çıkarılır. Bu durumun belli başlı sebepleri olumsuz hava şartları, toprak bankalarının yanlış tutumları ve tarımdaki makineleşmedir. Bazı çiftçiler gönüllü, bazıları gönülsüz arazileri terk ederler ve Kaliforniya’nın verimli arazilerine doğru yol alırlar. Bu yolculuğa çıkan herkes fakirlikten kurtulmayı umut etmektedir. Tom Joad ve ailesi de bu yolculuğa çıkanlardandır.

      Tom Joad hapisten çıktığında, iki yıldır başını belaya sokmamak için her türlü sese ve olaya kapadığı gözleri ve kulaklarını ilk defa açmıştır ve her şeyin bundan sonra daha iyi olacağı kanısındadır. Bir kavgada kendisine durduk yere sataşan genç bir oğlanı kafasına kürekle vurarak öldürmüş, iki yılda tek bir vukuatı olmayınca da iyi halden şartlı tahliye edilmiştir. En kısa zamanda ailesinin yanına dönmekten başka bir derdi kalmamıştır artık. Bir an önce ailesine kavuşabilmek için hemen yola koyulur. Planı yürüyerek gitmek ve eğer rast gelirse bir kamyona otostop çekerek yoluna devam etmektir. Ailesinden iki yıldır tek bir haber almamış ve tek bir mektup göndermemiştir. Kendisi de babası da mektup yazacak kadar okuma yazma bilse de babası hiçbir zaman mektup yazmayı seven bir insan olmamıştır. Sadece resmi belgelere yazı yazan Tom Joad, oğluna da tek bir mektup yazmamıştır. 

       Fazla kalmadan Kaliforniya yolculuğuna çıkarlar. Bu yolculuğu Tom’un küçük kardeşi Al’ın bulduğu çok eski taka bir kamyonla yaparlar. Yolculuk boyunca hep olumsuzluklar yaşarlar. Daha yolculuğun ilk gününde büyükbabanın kalbi duruverir. Bu yetmiyormuş gibi önceden Kaliforniya’ya gidip oraların da durumunun iyi olmadığını gördükleri için geri dönenleri görürler buna rağmen yolculuktan vazgeçmezler. Sonraki günlerde Tom’ un engelli kardeşi Noah gizlice kaçar, çölden geçerlerken büyükanne de ölür. Ne yazık ki yaşadıkları bunlarla kalmaz. Bu çetin yolculuktan sonra göçmen kampına varırlar. Halk bu göçmenleri burada istememekte, sürekli sorun çıkarmaktadır. Burada da işsizlik vardır, kimse iş bulamamaktadır. Bir gün kampa biri gelir ve başka bir bölgede elma toplamak için adam aradığını, iş isteyenlerin adını yazdırması gerektiğini söyler. Kampın önde gelenleri bu adamın kimliğini sorar, aralarında tartışma çıkar. Polis tartışma çıkaran kampçıları tutuklar. Tartışmaya Tom da karışmıştır ama kaçar, yerine Jim Casy teslim olur.

        Yoluna devam ettiği sırada, bir kamyona rastlar ve aslında kamyon şoförü yanına kimseyi alamayacağı konusunda ne kadar ısrarcı da olsa Tom keskin zekası ve sivri dili sayesinde adamı ikna etmeyi başarır. Bir süre kamyonla yol aldıktan sonra kamyon şoförü o kadar gevezeleşir ki, Tom hapisten yeni çıktığını ve birini öldürdüğünü söyleyerek adamı korkutur ve kamyondan inip yoluna yürüyerek devam eder. Evine az bir mesafe kaldığı sırada Tom Joad, yolun kenarında oturan bir adamla karşılaşır. Bu adam Joad'ların oturduğu kasabanın eski papazıdır. Papazlığı bıraktıktan sonra tuhaf bir adam olup çıkmıştır ve o gün de orada yalnız başına oturmaktadır. Eski papazı da alıp evine koyulan Tom, sonunda eskiden kasabasının olduğu yere ulaştığında yıkıntılardan ve bolca sessizlikten başka bir şey bulamaz. Kendi evlerinin yerinde de yeller esmektedir. Bir süredir giderek kuraklaşan toprak, zaman geçtikçe çatlamaya devam etmekte, Amerika'nın doğusuna bir türlü yağmur yağmak bilmemektedir. Bu nedenle de halk fakirleşmiş, bankadan topraklarına karşılık borç almak zorunda kalmıştır. Banka da koca koca traktörler getirtip insanları kendi topraklarından attırmıştır. Joad ailesi de babanın kardeşi John Amca'nın evine taşınmıştır. Tom tüm bunları öğrendiğinde ağzı açık kalır. Hala orada yaşamaya devam eden eski bir komşusundan öğrendiğine göre ailesi şu sıralar diğer yüzlerce aile gibi Kaliforniya'ya göç etme hazırlığındadır. Söylenenlere göre Kaliforniya'daki meyve sebze bahçelerinde çalışmak üzere binlerce işçi gereklidir. En azından renkli el ilanlarında yazan budur.

        Joadlar bu kampta daha fazla kalamaz ve geçici tarım işçilerinin bulunduğu hükümet kampına giderler. Halk göçmenlere burada da tepkilidir. Burada da işsizlik çeken Joadlar burayı da terk eder. Bir çiftlikte şeftali toplama işi bulurlar.  Hepsi çalışır ama kazandıkları boğazlarına zor yeter. Bu haksızlığa karşı çıkarlar ve haklarını ararlar. Hak arayanların başında Jim Casy de vardır. Polisle aralarında çatışma çıkar ve Jim ölür. Tom kendisi başından yaralanır ama birde polis yaralar. Zaten şartlı salıverilmiş olan Tom artık hep çadırda saklanır. Bu olanlardan dolayı patronlar işçilerin ücretini daha da azaltır. Joadlar da bu yüzden oradan ayrılır. Dönüş yolculuğunda başka bir grupla birlikte pamuk toplama işi bulurlar, işçilerin hakkının sürekli yenmesinden dolayı Tom da ölen Jim Casy gibi hak arayanların başına geçmeye karar verip onlardan ayrılır. Ayrılmasının bir sebebi de küçük kardeşinin, kamptakilere Tom’un geçmişinden söz etmesidir. Eğer Tom oradan kaçmazsa polis tarafından tutuklanıp hapse atılacaktır. Sonbahar gelince su taşkınları olur ve kamptakiler perişan olur. Tom’un hamile olan kardeşi Rose bu olumsuzluklardan dolayı bebeğini ölü doğurur. Kamyonları kullanılamaz hale gelen Joadlar bu kampta da daha fazla kalmak istemez ve yaya olarak oradan da ayrılır. Yolda ambar gibi bir yerde barınan bir baba ile oğula rastlarlar. Adam açlıktan ölmek üzeredir. Bebeği öldüğü için emziremeyen Rose, memelerinden süt sağar ve ölmek üzere olan adama içirerek onu kurtarır. 

        Tom sonunda papazla birlikte ailesinin yanına ulaştığında, tüm aile yol hazırlığı içindedir. Tüm eşyalarını maliyetlerinin yirmide biri fiyatına satıp, elde ettikleri parayla eski, küçücük bir kamyon almışlardır. Tom' u sapasağlam karşılarında gördüklerinde sevinçten hepsinin ağzı kulaklarına varır. Onu almadan Kaliforniya'ya girmek zorunda kalmadıkları için memnundurlar. Tüm hazırlıklarını tamamlayıp yola çıktıklarında, hepsinin aklında batıdaki portakal bahçelerinde çalışıp bahçe içindeki beyaz boyalı evlerden birine sahip olmak, doyasıya yiyip içmek vardır. Gördükleri el ilanlarından akıllarında kalan bunlar olmuştur. Fakat bu yolculuğun ve sonrasında Kaliforniya'nın önlerine ne gibi zorluklar çıkaracağından habersizdirler.

       1930lu yıllarda başlayan ve Amerika’yı da etkisi altına alan ekonomik kriz döneminde çıkış arayan küçük çiftçiler bankalar tarafından dolandırılır ve ellerindeki tüm toprakları kaybedeler. Fakirlik git gide artmıştır ve çiftçiler zenginlerden hiçbir destek göremedikleri gibi ellerindekileri de açgözlülere kaptırırlar. Bu nedenle toprağı bol olan Kaliforniya’ya yeni bir yaşam için göç etmeye başlarlar fakat onları zorlu bir yolculuk beklemektedir. Bu yolculuk boyunca birçok aile parçalanırken yeni bir göçmen ailesi de oluşur.

         Eserin en beğendiğim bölümü; “ Toprak sahipleri topraklarına geldiler. Ya da çoğunlukla olduğu gibi, onların bir sözcüsü geldi. Kapalı otomobillerle geldiler, kuru toprağı parmaklarıyla yokladılar, yer yer burgular sokup toprak testleri yapmaya kalktılar. Kapalı otomobiller tarlaların kenarı boyunca ilerlerken, kiracılar güneşin vurduğu kapı eşiklerinden tedirgin tedirgin baktılar. Sonunda mal sahipleri kapıların önüne vardı, arabalarından inmeksizin, pencereden konuşmaya koyuldular. Kiracılar bir süre arabanın yanında ayakta dikildi, sonra çömeldi, toprağa bir şeyler çizmek üzere değnek buldular bir yerlerden. Düşünceden, duygudan kaçacak bir yol sağlıyor diye. Eğer toprağın sahibi bir banka ya da mali şirketse, o zaman farklı sözler söylüyordu temsilci. "Banka ... ya da şirket... ihtiyaç duyuyor, istiyor ... direniyor... almak zorunda ... " gibi sözler söylüyordu. Sanki banka ya da şirket bir canavarmış, düşünceleri ve duyguları varmış, o adamın kendisini de esir almış gibi. Bu tipler, o banka ya da o şirketin sorumluluğunu hiç üstlenmiyordu, çünkü onlar insandı ve esirdi, bankalar ise makineydi ama aynı zamanda patrondu.” Bu kısımdan da anlaşılacağı gibi Gazap Üzümleri aslında Amerika’nın ekonomik düzenini yeren, toplumsal içerikli en önemli eser örneğidir. 

      Eserin en etkileyici bölümü; “ Toprağa duyduğu sevgi, bankanın duyduğundan fazla değildi. Ha, bakın, traktöre hayranlık duyabilirdi ... o mekanik yüzeyine, o taşkın gücüne, patlayan silindirlerinin gürültüsüne; ama o da onun kendi traktörü değildi ya! Traktörün ardında pırıl pırıl diskler dönüp duruyor, bıçaklarıyla toprağı kesiyorlardı. Bu, toprağı sürmek değildi. Ameliyat etmekti.”

        Dünyanın gelmiş geçmiş en çok okunan yazarlarından bir tanesi olan Pulitzer ve Nobel Edebiyat ödüllü John Steinbeck’in en önemli eseri kabul edilen Gazap Üzümleri yayınlandığı dönemde büyük ses getirmiştir. İlk olarak 1939 yılında yayınlanan ve dönemde yaşanan ekonomik krizin etkilerini yoksulların gözünden anlatan roman insanların gerçekler ile de yüzleşmesini sağlamıştır. Yoksulların seslerini duyurmada zorlandığı ve kapitalizmin başlangıç dönemi olarak kabul edilen yıllarda kapitalizmin zararlarını ve fakirlerin sesini duyuran roman bu sayede yazara Pulitzer ödülünü kazandırmıştır. 

       1930lu yıllarda başlayan ve Amerika’yı da etkisi altına alan ekonomik kriz döneminde çıkış arayan küçük çiftçiler bankalar tarafından dolandırılır ve ellerindeki tüm toprakları kaybedeler. Fakirlik git gide daha da artar ve çiftçiler zenginlerden hiçbir destek göremedikleri gibi ellerindekileri de açgözlülere kaptırırlar. Bunun üzerine toprağı bol olan Kaliforniya’ya yeni bir yaşam için göç etmeye başlarlar fakat onları zorlu bir yolculuk beklemektedir. Bu yolculuk boyunca birçok aile parçalanırken yeni bir göçmen ailesi de oluşur. John Steinbeck Gazap Üzümleri ile kusursuz bir kitaba imza attı ve dünyanın gerçekler ile yüzleşmesini sağladı. Bu yüzden bir taraftan büyük tepki alırken diğer taraftan milyonlarca insana ulaşmayı başardı. Yoksulların, fakirlerin, göçmenlerin kitabı olarak kabul edilen eser günümüzde hala en fazla okunan eserlerden biri olmayı başarıyor.


Teşekkür ederim.


KEMAL TAHİR KURT KANUNU KİTAP ÖZETİ I


                                                  *Mihriban KAYA 

ÖZET:


      Kemal Tahir, romanında bir yandan eski İttihatçıların Gazi Paşa eleştirilerini kendi ağızlarından anlatırken bir yandan da Kara Kemal Bey’in ağzıyla, eski İttihatçıların eleştirileri birlikte verir. Kemal Tahir, "Kurt Kanunu" romanında "Kurtlukta düşeni yemek kanundur." sözü ile Cumhuriyetin en bunalımlı dönemlerinden biri olarak değerlendirilen "İzmir Suikastı" olayına karışan ve karıştırılan tarihsel gerçeklik boyutunda anlatıyor.

       Roman üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm ''Kanlı tuzak'' ikinci bölüm ''Sürek avı'' üçüncü ve son bölüm ''İnsanlık sorunu'' başlıkları altında romanı üç bölüme ayırmıştır. Birinci bölüm Abdülkerim bey ile başlar. Abdülkerim bey İttihat ve terakkinin ünlü fedaisi Abdülhamit döneminde yüksek görevlerde bulunmuş, gözü yükseklerde olan zeki aynı zamanda da çapkın bir kişi olarak karşımıza çıkar. İkinci bölümde ise olaya Kara Kemal ittihatçılar arasında bilinen adıyla Küçük efendi çıkmakta Kara Kemal bey de İttihat ve terakki içerisinde bulunmuştur. Üçüncü bölümde ise Emin Bey’de katılmakta, Kara Kemal’in  çocukluk arkadaşı, o da diğerleri gibi İttihat ve terakkide görevlerde bulunmuş daha sonra felsefi olarak tarafsızlığı seçmiş yine tarafsız olmak için bu suikast olayına karışmıştır.

        1925 yılı 13 Şubat’ında, Cumhuriyet’in ilanından iki yıl sonra Şeyh Sait Kürt ayaklanması başlamıştır. İsyanın 12.gününde terakkiperver Partisi kapatılır. Başbakan Fethi Bey 6 gün sonra görevi İsmet Paşa’ya bırakır. Takriri Sükûnunu çıkar. Gazeteler kapatılır. Söz ve yazı hürriyeti ortadan kalkar. Tekke ve zaviyeler kapatılır. İstiklal Mahkemeleri kurulur isyan sona ermesine rağmen görevini 1927’ye kadar sürdürür. !925 yılında büyük inkılaplar başlar, takvimin kabulü, medeni kanun, ceza hukuku, şapka kanunu, çıkartılır. Böylelikle Yeniçerilerin ortadan kaldırılmasıyla başlayan Batılılaşma gidişi olağan sonucuna ulaşmış olur. Sovyet Devriminin de etkisi ve desteğiyle politikalar, Alman ekseninden, İngiliz eksenine doğru kayar. Saltanat ve Halifeliğin kaldırılmasını İngiliz politikası destekler.

        


   

        Baştan beri Anadolu Savaşını başarıya ulaştıran asker, sivil kadronun çoğu İttihatçıydı. Bunlardan az bir grup Mustafa Kemal’e katılmıştı. İttihatçı Komitacılar, Kabadayılar, Cumhuriyetçi olan eski komitacılara kızıyorlar, İstiklâl Mahkemeleri başkanlarının sorgusuzca,  keyiflerince adam asabilmelerine imreniyorlar. Musul’un parayla satıldığını, hileli seçimlerle işbaşına gelindiğini düşünüyorlar. İktidara dayanarak güç elde etme, devletin her işi bunların yerine yapıp, devlet eliyle zenginleşme hayallerinin yıkılmasıyla Cumhuriyetçilere kızgınlıkları artar. Öbür yandan da Vatan, millet lafı edenler ise, mübadil mallarına konmanın, Tekâlifi Milliye kanunuyla halktan mal olarak toplanan olağanüstü vergilerin makbuz karşılığında toplananlarını bedelsiz elde etmenin derdindedir.

        Bu ortamda İzmir Suikastı patlar. Suikastın geleceği daha önceden sezilir, ama işler akışına bırakılır. Suikast ve İsyan bahane edilerek, ülkede geniş bir tavsiyeye girişilir. Suikast İttihat Terakki’nin en önemli kişilerinden Küçük Efendi - Kara Kemal üzerine yıkıldığından tasfiye süreci bu merkezde gelişir. Abdülkerim, Sarı paşayı vurduracak ve bunun için Lazistan mebusu Ziya Hurşit, Gürcü Yusuf ve Laz İsmail'i görevlendirmiştir. Onlar bu iş için Gülcemal feribotuyla İzmir'e doğru yola çıkmışlardır. Her şey yolunda giderse Sarı paşayı öldürtecek ve daha sonra hükümeti kurup başa geçecekti. Eğer başarısız olurlarsa tüm sorumluluğu Ziya Hurşit'in üzerine alacağını düşünüyordu. İşlerin umduğu gibi gitmediğini baytar Rasim yanına gelince anladı. 

      Baytar Rasim; Ziya Hurşit'in İstiklal Mahkemesi reisinden Üç bin lira aldığını öğrendiğini ve yine ayrıca Ziya Hurşit’in ikna edebilmek için Baytar Rasim ve Şükrü beyin yazılı bir kağıt imzaladıklarını ve bu işte Kara Kemal beyin hiç haberi olmamasına rağmen onunda bu işte olduğunu söyleyerek ikna ettiklerini anlattı. En azından dostu Kara Kemal beyi buralardan uzaklaştırıp olay müspet bir hal alınca yine yerine dönmesini sağlaması gerektiğini düşünüyordu.

Bunun için hemen Kemal beyin Cerrah paşadaki evine doğru hareket etti ama onu nasıl buraları terk etmeye ikna edeceğini düşünüyordu. Kemal bey ilk önce kaçmanın suçu kabul etmek olacağını söyleyerek gitmek istemedi, daha sonra durumun ciddiyetini anladı ve kabul etmek zorunda kaldı. Bunun üzerine yanlarına bir miktar para alarak evden ayrıldılar. İlk önce biraz bekleyecek ve olayların iç yüzü meydana çıkınca ortaya çıkacaklardı ve böylece uzunca sürecek bir kaçaklık dönemi başlamış oldu.

       


     Abdülkerim'in aklına Semra hanım geldi, Semra hanım Fındıklı' da bir konak da kalıyordu. Bir süreliğine orada kalabilirler ve Semra Hanım'ın kendilerini ele vermeyeceğini Kemal beye söyleyerek, oraya yerleştiler. Suikast günü gazetelere baktılar ilginç olmasına rağmen gazetelerde bununla ilgili hiç bir haber yoktu. Ertesi gün gazetelerde Ataya suikast ile ilgili haberler kısıtlı olarak da olsa çıkınca durumun ehemmiyetinin farkına vardılar ve haberleri beklemeye başladılar. Gelen haberler olayın ciddi olduğunu gösteriyordu. Gazeteler olaya karışanların İstiklal mahkemesinde yargılanacaklarını ve olayla ilgili bir çok Paşa' nın da göz altına alındığını bildiriyordu. Bunun üzerine daha fazla Semra hanımın evinde kalamayacaklarını anladılar. Abdülkerim'in aklına Semra hanımın Belgrad ormanında bulunan çiftlik evine saklanma fikri geldi. Çiftlik evde saklanacaklar ve oradan bir fırsatını bulurlarsa bir taka ile yurt dışına çıkacaklardı. Bu arada kahya Hasib'i ise kendilerine saklanacak güvenli bir yer bulması için görevlendirdiler.

         Hasib hangi kapıya gittiyse geri çevrildi. Hasip efendi bunları Kemal beye söyleyince Kemal bey ne kadar serveti olursa olsun aslında ne kadar fakir olduğunu ve ne kadar zavallı olduğunu, meğer kumdan kalelere sığındığını anladı. Hasip ağa bunları yaparken Abdülkerim ve Kara Kemal bey köylü kılığında Belgrad ormanlarındaki çiftliğe yerleşirler. Çiftliğe yerleştikten bir süre sonra bunların köylü olmadığını anlayan ve de devletin başlarına koymuş olduğu ödülü almak isteyen Şaban efendi adında bir kişi ihbar eder, ihbar haberini Abdülkerim bu haberi iki saat öncesinden öğrenip Jandarma ile çarpışarak Kemal bey ile kaçmayı başarırlar. Kemal beyse eski arkadaşı Emin beye sığınır. Emin Bey’in olaydan haberi yoktur, içeriye de kız kardeşi Perihan hanım almıştır. Daha sonra kız kardeşi durumu anlatır, Emin bey yakalandıklarında asılacakları kesin olan bir kişiyi kabul etmemenin ahlak anlayışı ile bağdaşmayacağını düşünerek Kemal beyi kabul eder. Bu arada haklarında verilecek kararda az çok belli olmuştur, bir yandan dönemin kritiğini yaparlarken öte yandan da İngiltere ve Almanya konsolosluğuna başvurarak sığınma talebinde bulunurlar ama bu istekleri bu ülkelerce kabul edilmez .

        Neticede Yurt dışına çıkma planları yaparken polis Kemal Bey’in bulunduğu eve baskın yapar ve Kemal bey baskında teslim olmak yerine intihar etmeyi seçer, Emin bey ise "suçluları saklamak" suçundan istiklal mahkemesine çıkartılır, savunmasında tarafsızlığını olayla ilgisinin olmadığını söyler ve beraat eder.

     



       Kara Kemal; başından beri asker, sivil, cahil, okumuş bütün insan seçimlerinde kabadayı insana niçin güvendiklerinin muhasebesini yapar. Oysa adam sarraflığında kendi mihenk taşı temizliktir. İktidar yolunda ise tutulacak yolun, doğru reformlarla halka gitmek, halkın içinde çalışmak, halktan oluşacak yeni kadrolarla halka dayanmak, olduğunu 1908’de ise beceremediklerini düşünür. Eskisiyle idareye çabalamak, diğer yoldur. Bunun sonucunda ise, haksızlığı, kanunsuzluğu, hırsızlığı, devlet hükümet nüfuzunu kötüye kullanmanın önlenemeyeceğini belirtir. O zaman da; muhalefet adım, adım iktidara yaklaştığından iktidar da bahaneler uydurup baskıya girişeceğini düşünür. İktidarın İzmir iktisat Kongresinde eski düzeni sürdüreceğiz, ayanla eşrafla iş göreceğiz, kadroları değiştirmeyeceğiz anlayışının Türkçesi, halka gitmeyeceğiz demekti. Halkçılık programı Enver Paşa zamanından beri ittihatçıların programıydı. Kara Kemal’e göre; Mustafa Kemal, İttihatçıları tasfiye etmeseydi dış güçlere karşı denge unsuru olurdu. O’na göre batıya kapı açmak, sömürüye kucak açmaktı, oysa Batı sermayesi, kalkınmanın düşmanı gerçek celladıdır. Kurtlukta düşeni yemek kanundur. 

        Kara Kemal kendi eliyle kurduğu şirketlerin, ilişkilerin birden bire yok olduğunu,  desteğinin çekildiğini görür. Yanında Gurbet Halası, Kâhya Hasep ve hovardalığıyla ünlü İttihatçı silahşor Abdülkerim kalır. Abdülkerim’in ilişkileriyle polis ve adli takibi atlatmaya çabalar. Takip sürecinde hiç beklemedikleri eski bir Paşa’nın Hanımı Semra Hanıma sığınırlar. Çember gitgide daralır. Eski İttihatçı ve çocukluk arkadaşı Emin Bey’e sığınır. Emin Bey politikada tarafsızlığını ilan etmesine rağmen Kara Kemal’e sonuna kadar yardımcı olur. Bir yandan da kendi iç hesaplaşmasını, yeni yetme, fırsatçı,  gazeteci yeğeni Murat’ın kişiliğinde somutlaştırır. Tarafsızlığı sorgular. Mümkün mertebe atılımlara katılmamayı, iki tarafın da, sadece haksız yanlarını, güçsüz yönlerini görme anlayışını tartışır. Etliye sütlüye karışmamak demek, olduğunu, sorumluluktan kaçan bütün insanların doğruluktan çok zor söz edecek kadar bencilliğini sorgular. İyice daralan polis takip çemberi Kara Kemal’i, Emin Bey’in evinde kıstırır. Kaçmayı pek düşünmeyen Kara Kemal, teslim olmayı da düşünmez ve kafasına sıkarak intihar eder. Emin Bey tarafsızlığını bir yana bırakarak silkelenir, Gazeteci Murat ve çevresinin gözünde kahramanlaşır.

     Batılılaşma sürecini yüzyıllık bir süreçte ele alarak, Emperyalist güçlerin oyunlarına ve içerdeki kollarına vurgular yapar. İktidar gücünü ele geçirenlerin halkın yararını gözetmeyen, devlet eliyle zenginleşme politikalarını, kendi keselerini düşünenlerin iktidarı eliyle devleti yağmalamalarını ortaya koyar. 

Romanın ana teması; dönemin hesaplaşmasıdır. Roman, iktidarın, muhalefetin bakış açılarıyla hesaplaşırken, insan karakterindeki bozulmalarla, ekonomik, sosyal, tarihsel ilişkilerle de hesaplaşır. Romanda, siyaseten atılan her adımın neler getirdiğiyle hesaplaşma var. Bu hesaplaşma Kara Kemal kişiliğinde iç hesaplaşma, İttihat Terakki yönetimi ve Cumhuriyet yönetimi çevresiyle hesaplaşmasıdır.


Teşekkür ederim.

Mihriban KAYA 

İstanbul 2020



ADOLF HİTLER- KAVGAM KİTAP ÖZETİ



                                                   *Mihriban KAYA 
ÖZET:


          Kavgam, Adolf Hitler’in “başyapıtı”. Onun ve nasyonal sosyalizmin beyannamesi. 1923’teki başarısız darbe teşebbüsünden sonra hapishanede, hayli konforlu koşullarda yazdığı, 1925’te basılan ilk ciltte Hitler, kendi hayatını dramatize ederek anlattığı biyografik bir eserdir.  Tahliyesinden sonra yazdığı, 1926 sonlarında yayımlanan ikinci ciltte, bağıra çağıra, nasyonal sosyalizmin temel fikirlerini anlatır. Karikatürize bir antisemitizm, hınç ve nefret dolu bir ırkçı-milliyetçilik, dehşetengiz komplo teorileri, metinde kol gezer. Toplumsal çöküş, sınıfsal statü kaybı ve gelecek endişeleriyle birleşen, daha doğrusu bu endişeleri kendi söylemine indirgeyen “milli beka” onu iyice kızıştırarak hitap eder.
       1924de hükümeti devirmek için teşebbüslerde bulundu fakat başarılı olamadı. Bunun üzerine 10 ay hapse mahkum edildi ve bu zaman içinde Kavgam adlı hatıralarını yazdı. 1925 Şubatında hapisten çıktı ve kısa adı Nazi Partisi olan, patisini yönetimini ele geçirdi. 1933te devlet başkanı Hindenburg Hitleri başbakanlığa getirdi. Hindenburgun 1934te ölümü üzerine Hitler devlet başkanlığı ile başbakanlığı birleştirerek Almanya’nın diktatörü oldu. 1938de Avusturya, 1939da Çekoslovakya Almanya’ya katıldı. Hitler İtalya ile Almanya arasında bir anlaşma yapılmasını sağladıktan sonra 1939 Eylülünde Polonya’ya saldırdı ve 2.Dünya Savaşı başladı.
      Hitlerin yönetimindeki Almanya, 1940ta Danimarka, Norveç, Hollanda, Belçika ve Fransa’yı işgal etti. 1941de daha önce yaptığı anlaşmayı bozarak SSCB ye girdi. Aynı yıl ABD, Fransa ve İngiltere’nin yanında savaşa girdi. 1943te Almanya SSCB’de ve Kuzey Afrika’da gerilemeye başlayınca Hitler savunma kararı aldı. 1944te generallerinden bazıları onu öldürmek istedilerse de başarısızlığa uğradılar. 1945 Nisanı sonunda, Almanya’nın yenilgisi kesinleşip Ruslar Berlin’de ilerlerken son anlarda evlendiği Eva Braun ile beraber intihar etti.
Nazilerin kutsal kitabı olarak da adlandırılmış olan Kavgam, Hitler'in hapisteyken kaleme aldığı, hayatını, hayal kırıklıklarını, ideallerini ve davasını anlattığı ideolojik bir eseridir. Marksizm ve emperyalizmin en büyük tehlike olduğunun altını çizerek acımasız bir şekilde eleştirmiştir. Kavgam, Hitler'in yükselişiyle birlikte yükselmiş, hatta o kadar önem kazanmıştır ki, Nazilerin manifestosu haline gelmiştir. Kitap dünyanın şekillenmesinde de bir o kadar etkili olmuştur. Eski İngiltere başbakanı Winston Churchill, "Eğer Kavgam'ı yeterince ciddiye alsaydık 2. Dünya Savaşı'nın çıkışını engelleyebilirdik." demiştir.
      Adolf Hitler, annesi ev hanımı, babası memur olan bir ailenin tek çocuğudur. Çiftçi bir ailenin çocuğu olan babası okuyarak memur olmuştur ve Hitler’in de öyle olmasını ister. Hitler, küçüklüğünde babasının kütüphanesinde yer alan kitapları okumuş ve o yaşlarda hitabet etmeyi öğrenmiştir. Hitabet etmeyi bir tutku haline getirirken aile büyükleri bunu önemsemez fakat arkadaş çevresinde bir etki alanı oluşturduğunu fark eder. Kendini bu yönde geliştirmeye devam eder. Okul yıllarında resim alanında yetenek gösterir ve sanat okuluna gitmek ister. Ancak babası onun memur olması konusunda ısrar eder. Babasıyla bir çatışma yaşarlar. Bu ikilemde Hitler’in babası vefat eder. On üç yaşında babasını, on altı yaşında annesini kaybetti. Orta öğrenimini bitirince Viyana sanayi mektebine yazıldı. Kendi kendini eğitti. Viyana’da bir mimarın, sonra da nakkaşın yanında çalıştı. 1912de Viyana’dan Münih’e geldi.
      1914de I. Dünya Savaşı çıkınca Hitler Bavyera’da Alman ordusuna gönüllü olarak girdi. Sonra politikaya atıldı; Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisine girdi. Hitler sanat okuluna gitmek için bir engelin kalmadığını düşünse de karşısında annesini bulur. Annesi eşinin isteğini yerine getirmeyi amaçlar. Ancak Hitler’in ciğerlerinde meydana gelen rahatsızlık sonucu, doktoru masa başı işin onun için iyi olmayacağını söyler. Hitler kaderinin ona açtığı yol sayesinde ressam olmak ümidiyle Viyana’ya gider. Orada inşaatlarda iş bularak geçinmeye çalışır. Sanat okuluna başvuru yapar ancak yetenek sınavından başarısız olur. Mimarlığa yönlendirilen Hitler, resme olan ilgisini bu alanda ilerletmeye çalışır. 
       Çetin şartlarla mücadele eden Hitler, annesinin vefatıyla yıkılır. Ancak yolundan vazgeçmez. Bu arada da şehirle ilgili gözlemler yapar. Toplumu, mimariyi, politikayı inceler. Yahudilerin her yerde olduğunu, şehri ve imparatorluğu ele geçirdiğini fark eder. Yahudilere olan kini kat be kat artar. Ona göre Alman ırkının bir ehemmiyeti kalmamıştır. Bu yüzden Almanlar kendi ırklarını korumalı ve sadece kendi ırklarıyla üremelidir. Yönetimden sanata Yahudilerin her yere Yahudilerin egemen olması, onu inanılmaz rahatsız eder. Irklarını onlardan arındırmak gerektiğini şiddetle savunur. Kendi milletinin kadınları Yahudilerle asla evlenmemelidir. Pangermenizm politikasıyla bütün Cermen halkını tek bir bayrak altında toplamak çok makul bir görüştür. 
         Adolf Hitler o zamanlar birçok kötü şartla mücadele eder ama o daima haline şükretmiş ve yaşadıklarının gerçeği görmesini sağladığını düşünmüştür. Birinci Dünya Savaşı’nın belirtileriyle Hitler Berlin’e döner. Gönüllü asker olarak savaşa katılmak ister ve kabul edilir. Yılları savaşlarda geçer. Savaşta maruz kaldıkları hatta arkadaşlarını kaybetmesine neden olan zehirli gaza maruz kalırlar. Bu gaz nedeniyle gözleri zarar görmüştür ve uzun süre tedavi görür. O sağlık sorunlarıyla uğraşırken, Kızıl taraftarların yaptığı darbe ile yönetime el konulmuştur. Bu Hitler için son derece acı bir durumdur. İyileşir iyileşmez cepheye ger döner. Uzun yıllar süren savaş askeri yıldırır. O ise onları sürekli motive etmeye çalışır. Sonunda eğitmen sıfatıyla görev yapmaya başlar. 
          Hitler bir partinin toplantısına katılıp kendi tutamayarak kızıl taraftarlığının yanlışlığına yönelik konuşma yapar. Parti grubunda onun konuşmasından etkilenen biri başka bir toplantıya çağırır. Alman İşçi Partisi, Hitler’e göre yanlış politikalar ve düşüncelerle doluydu. Bu toplantıya gitmek istemese de içindeki meraka yenik düşer ve toplantıya gitmesiyle parti üyeliği başlar. Partinin değişmesi için elinden geleni yapar. Güçlü hitabetiyle yardım ve para toplar. Çok kısa bir zamanda kalabalığı alacak büyük salonlarda toplantı düzenlerler. Partinin adı, “Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi” olarak değişir. Hitler, her toplantı konuşmada yer alır. Bağlılık yemini eden savunuculara sahip olurlar. Bu yükseliş Kızılları rahatsız eder. Sabote etmeye çalışsa da başarısız olurlar. Partiye bir işçinin önerdiği sembolü Hitler elden geçirerek imge haline getirir. Flamalar ve kol bantları bastırırlar. Parti kuruluşundan dört yıl sonra kapatılır. 
        Hitler amaçlarından asla vazgeçmez. Hitler’in politika ile ilgili belli düşünceleri vardı. Parlamento ve demokrasiyi savunmuyordu. Bunlar Yahudilerin eseriydi. Eşitlik de onların ortaya attığı bir kavramdı ve bu kavramlar üzerinden tartışmalar yaratıp insanları birbirine düşürüyor, sonrasında destek oluyormuş gibi davranıyordu. Eğitim üzerine çocukların kendi tarihlerini detaylarıyla bilmesi gerektiğini savundu. Ordunun disiplinle oluşturulması ve sonsuz bir sadakat içinde olması gerekirdi. Cesurların savaştığı gibi, cephenin arka saflarında duranlar da savaşmalıydı. Başka ırktan olanlar vatanı koruyamazdı. Dış siyasette İngilizlere, onlardan farklı olmayan Amerika Birleşik Devleti’ne ve Fransızlara güven olmayacağını biliyordu. Pangermenizm politikasıyla toplumlara yeni bir yön verebilirdi. Cermen topluluklarıyla tek bir çatı altında birleşerek yeni bir imparatorluk kurmak onun için imkansız değildi.
        Hitlere göre Yahudiler; “ Basın I. Dünya savaşı yıllarında tamamen art niyetli birtakım karanlık güçlerin elindeydi. Gençlik yıllarımda Viyana’dayken halkı eğitmeye yönelik bu gücün sahiplerini tanıma fırsatım olmuştu. Beni ilk hayret ve dehşete düşüren, toplumun en kutsal değerlerine ve eğilimlerine ters düşse bile basının belli bir fikri empoze etme başarısının çok kısa bir zamanda gerçekleştirilmesiydi. Basın, bir kaç gün içinde, oldukça önemsiz hatta komik bir olayı kısa bir sürede çok önemli bir devlet meselesi haline getirerek aslında en önemli bir meseleyi kamuoyunun dikkatinden kaçırıp unutturma gücüne sahip oluşuydu. Bu fikir ve düşünce çetesinin, tespit ettikleri hedeflere ulaşmak için yapmayacakları şey yoktur. Bunlar, ev aile ilişkilerini gündeme getirecek kadar ileri giderler. İçlerinde sansasyon yaratmaya yönelik ihtirası olanlara kurban seçtikleri talihsiz kişiye son öldürücü darbe vurma imkanı sağlayacak bir olay buluncaya kadar domuzlar gibi her tarafı eşelerler. “ 
        Hitler eserinde Yahudilere karşı çok sert ve nefret dolu bir tavır izlemiştir, eserde en dikkat çekici bölüm;  “ Eğer kurbanlarına ait resim ve şahsi bir açık bulamazlarsa seçecekleri tek yol vardır, basit bir yoldan iftira atmak. Artarda tekziplere rağmen, bu iftiralardan iz kalmasının yanında yüz ağızdan birden çıkan iftiralar diğer suç ortağı gazetelerde de yazılmış olduğundan, kurbanın bütün tekzip ve isyanlarının hiçbir şey ifade etmeyeceğini zaten bilmektedirler. Bir gazetenin sorumlu olduğu kamu vicdanından ve görevinin ne olduğuna dair açıklamalarla açık açık yalan söylerler. Bu belanın kendini gösterdiği miting ve kurultaylarda daha da ileri giden bu reziller; aralarda “gazetecilik şeref ve haysiyetinden” uzun uzun bahsederek bulunduğu topluluğun tasdikini alırlar. Neden insan yüz yıl daha önce, mesela kazanç savaşları zamanında ticaret yapmayan adamın da gerçekten bir değeri olduğu zamanlar doğmamıştır!..
İşte bu dünyaya geç bir zamanda doğmuş olmam sebebiyle böyle acı düşüncelere katılıyorum. Bana sözde “sakin ve düzen” içinde kendisini sunan gelecekteki tarihin hakkımdaki haksız bir muamelesi gibi değerlendiriyordum. Gençliğimde bile ciddi ve dikkatliydim ve hiç de “barışçı” değildim. Beni bu şekilde eğitme girişimlerinin hepsi boşa çıktı” der.


Teşekkür Ederim

Mihriban KAYA 

İstanbul 2020