*Mihriban KAYA
ÖZET:
Mezopotamya’da kurulan medeniyetlerden en eskisi Sümer medeniyetidir. Mezopotamya kelimesi, Eski Yunancada mesos (orta) ve potamos (ırmak) kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur ve “ırmaklar ortasında kalan yer” anlamındadır.
Sümerliler Bundan 6000 yıl önce Dicle ve Fırat nehirleri arası olan Mezopotamya’nın güneyine gelip yerleşmiş, orada büyük bir uygarlık kurarak en az 2000 yıl varlıklarını korumuşlardır. Onların uygarlıklarının en önemli olayı dillerine göre bir yazı icat etmeleri, okullar kurarak, kil üzerine yazarak o yazıyı geliştirip her istediklerini yazabilmeleridir. Sümerlerde okul, Sümerlerin uygarlığa yaptıkları en önemli katkı olan çiviyazısı dizgesinin icadı ve gelişiminin doğal sonucuydu. llk yazılı belgeler Uruk adlı bir Sümer kentinde bulundu. Bunlar çoğu ekonomiyle ilgili yönetsel notların resimle yazıldığı binlerce küçük kil tableti içerir.
Sümer dini çoktanrılı bir dindi. Dünyada, evrende, doğada görülen, hissedilen her nesnenin bir Tanrısı vardı. Tanrılar insan görünümünde, fakat insanüstü güçleri olan ölümsüz varlıklardı. İnsanlar gibi, onların da çocukları ve eşlerinden oluşan aileleri bulunuyordu. Bu aileler kral gibi bir Baş tanrı altında toplanmışlardı. Tanrılar da insanlar gibi sever, üzülür, kızar, kıskanır, kavga eder, kötülük yapar, hastalanır, hatta yaralanabilirlerdi. Yer, Gök, Hava, Su Tanrıları yaratıcı, diğerleri yönetici ve koruyucu Tanrılardı. Her şehrin bir koruyucu Tanrısı vardı. O Tanrı, şehrinin iyi yaşam sürmesinden sorumlu idi. Onun gücü, şehrinin iyi veya fena olduğuna göre değişirdi. Bunlara aynı zamanda diğer şehirlerde de tapılırdı. Bu şehir Tanrıları, evrenin yönetimini aralarında bölüşmüşlerdi. Tanrılara ait listelerde 1500 kadar Tanrı adı bulunması, Sümerlilerin ne kadar çok Tanrı yarattığını göstermektedir.
Sümerlerde toplumsal tabakalaşmaya baktığımızda, ana hatlarıyla şunları söyleyebiliriz. Sümerlerde toplumsal tabakalar krallar, râhipler, tüccarlar, yazıcılar, köylüler ve çiftçiler, zanaatçılar ve sanatçılar, askerler ve kölelerden oluşuyordu. Bu tabakalardan her birinin, kendine özgü görev ve sorumlulukları; bunlara bağlı olarak da belirli bir toplumsal statüsü vardı. Pek çok eski çağ toplumunda olduğu gibi, Sümerlerde de eşitlik düşüncesi yoktu. Hem üstelik, bu dünyâda sâhip oldukları statüleri öbür dünyâda da koruyacaklarına inanıyorlardı. Başka deyişle, bu dünyâda krallarına ve kânunlarına karşı gelmekle cezalandırıldıklarında, öbür dünyâda da bu cezaların devâm edeceğine inanıyor; mevcut toplum yapısını korumayı baş değer olarak kabul ediyorlardı.
Sümer ülkesi, râhip krallar tarafından yönetiliyordu. Yerel dilde yönetici râhiplere patesi veya ensi deniliyordu. Sümer ülkesi, yönetim bakımından üç temel bölgeye ayrılmıştı; kuzeye Âsur, güneye Sinear, iç bölgeye ise Kalde diyorlardı. Bu bölgeler arasında siyasî birliği, uzun süre kuramadılar; dış saldırılar karşısında bir araya gelmenin dışında, yönetim bakımından aralarında güçlü bir birlik tesis edemediler. Kralların görev ve sorumlulukları, öteki dünyâda da geçerliydi ve onun hizmetçisi olmak, her iki dünyâda da büyük bir şerefti. Bu dünyâda krallarına üstün hizmetlerde bulunan hizmetçiler, öldükten sonra krallarının mezarlarına defnedilir; öbür dünyâda da hizmetlerine devâm edeceklerine inanılırdı. Kral mezarlarına ayrıca, çok sayıda muhafız, binek hayvan, çeşitli kap kacaklar, süs eşyâları ve bol miktarda değerli mâden konurdu.
llk yazılı toplumsal reform, M.Ö. 2400'de Sümer kent devleti Lagaş’ta yapılmıştır. Yüksek ve türlü türlü verginin zorla toplanması ve tapınaklara ait mülkiyetin giderek artırılması gibi iğrenç ve her yerde ortaya çıkan bürokrasinin uygulandığı "eski günlerdeki yolsuzluklara karşı yöneltilmişti. Gerçekten de, kendilerini aldatılmış ve büyük baskı altında duyan Lagaşlılar eski Ur-Nanşe hanedanını devirip, kendilerine başka bir aileden hükümdar seçerler. Kente yasa ve düzeni yeniden getiren ve yurttaşlarına "özgürlük tanıyan" bu Urgakina adlı yeni işakkudur.
Sümerlerin siyasî ve toplumsal yaşamları da Eski Türklerinkine benzer özellikler taşımakta. Fakat tüm bunlar, akrabalık ilişkisini kabul etmek için yeterli değildir; çünkü, kavimlerin yaşadığı benzer siyasî ve toplumsal koşullar, benzer kurum ve ilişki biçimleri doğurmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Sümerler, Mezopotamya, Yazının Ortaya Çıkması,, Kil Tablet,
MÖ. 2400, Sümer Dili, Sümer Dini, Toplumsal Reform, Sümer ve Türkler
GİRİŞ
Sümerler, Mezopotamya bölgesinde tarih sahnesine çıkan büyük medeniyetlerden birisidir. M.Ö. 3500’lerden itibaren Güney Mezopotamya’ya gelmeye başlamışlar ve bu bölgede Eridu, Ur, Uruk, Lagaş, Umma, Şuruppak ve Kiş gibi birçok şehir devletleri kurmuşlardır. Ayrıca kendi dönemi içerisinde yaşayan birçok toplum ve devlete etkide bulunmuşlardır. Sosyal ve siyasi hayata getirmiş oldukları önemli yeniliklerle kendilerinden sonra gelen devlet ve medeniyetlerin gelişimine de öncülük etmişlerdir. Ürettikleri mitler vasıtasıyla hayatı anlamlandırmaya çalışmışlar, dini anlayışlarını bu şekilde temellendirmişlerdir.
Eskiçağ Mezopotamya dinlerinde değişken ve mitolojiye bağlı bir teolojik anlayış hâkim olmuştur. Bu dinlerde yer alan, “tanrılar”, “evren ile insanın yaratılması” ve “ölümden sonraki hayatın varlığı” ile ilgili inançlar sabit unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tanrılar için inşa edilen tapınaklarda, toplum içerisinde kurumsal kimliğe sahip çeşitli rahip sınıfları oluşmuştur. Din adamları, kentlerin siyasi ve ekonomik güçlerine göre dini yapıyı karakterize etmeyi de başarmışlardır. Elimize geçen mitolojik metinlerin birçoğunun, tapınak kalıntılarında bulunması, oldukça dikkat çekicidir.
Bu çalışmada yukarıda belirttiğimiz sorulara cevap aranacaktır. Amaç, ibadet ve törenlerin, mitoloji ve otorite ile ilişkisini ortaya koyarak belirtmektir.
Bu çalışmamda Sümerlerin, siyasî ve toplumsal yaşamlarının Eski Türklerinkine benzer özellikler gösterdiğine dikkat çekmek ve Sümerlerin; başta Türk olmak üzere Dünya Tarihinde ki izlerinin göz ardı edilemeyecek bir öneme sahip olduğunu, yazının icadıyla birlikte günümüzde elimize geçen kil tabletler vasıtasıyla halihazırda bulunan belgelerin değerinin anlaşılmasını amaçladım. Çalışma boyunca döneme ait ana kaynaklar olmak üzere araştırma eserleri, makaleler ve alanında uzman olan Muazzez İlmiye Çığ’ın eserleri, ve bilgi birikiminden yoğun bir şekilde istifade ettim. Fakat eserde ki ilgili kısımlarda bu çalışmanın muhtevasını çok aşan ayrıntıya girmekten kaçındım. İlgili kısımlarla ilgili geniş bilgi için yine yeri geldikçe dipnotlarda belirtilen sayfalardan ulaşılabilir.
Teşekkür ederim.
Mihriban KAYA
İstanbul 2020
SÜMERLER
Mezopotamya’da kurulan medeniyetlerden en eskisi Sümer medeniyetidir. Mezopotamya kelimesi, Eski Yunancada mesos (orta) ve potamos (ırmak) kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur ve “ırmaklar ortasında kalan yer” anlamındadır. Dicle ve Fırat ırmakları arasında kalan Mezopotamya’ya Araplar, Beynnennehr adını vermiş; Tevrat’ta ise bu bölgeye Sincar denilmekte. Zaman içinde bölgeye Sâmiler, Gutiler, Fenikeliler ve İbrâniler başta olmak üzere, çok sayıda kavim yerleşmiş. Sümerlerin yaşadığı coğrafya, bugünkü Bağdat’tan Basra Körfezi’ne kadar uzanan coğrafya. Burada ilk yerleşimlerin M.Ö. 4.000’ler ile 3.500’ler arasında Obeytlilerle başladığı sanılmakta. Kökenleri tam olarak bilinmese de Obeytlilerin, Sâmi ırkından olmadıklarına dair genel bir kabul var. Obeytliler, Güney Mezopotamya’da tarımcılığın başlamasına ilk ve en önemli katkıyı yaptılar. Daha sonra Sümerler, bataklıkları kurutup su depoları ve sulama kanalları inşa ettiler. Bu konularda gösterdikleri başarılar, onlara Sümer denilmesini sağladı. Nitekim Sümer kelimesi, yerel dilde Sum-Er şeklindedir ve anlamı, “su adamı” veya “suyu denetleyen adamdır.
Sümerliler Bundan 6000 yıl önce Dicle ve Fırat nehirleri arası olan Mezopotamya’nın güneyine gelip yerleşmiş, orada büyük bir uygarlık kurarak en az 2000 yıl varlıklarını korumuşlardır. Onların uygarlıklarının en önemli olayı dillerine göre bir yazı icat etmeleri, okullar kurarak, kil üzerine yazarak o yazıyı geliştirip her istediklerini yazabilmeleridir.
Sümercenin Türk dili olması hakkında bazı hususlar vardır. Sümerce ve Türkçe ortak dil varlığından çok bahsedilse de bugüne kadar kesin sonuç alınamamıştır. Karşılaştırmaların büyük kısmı dolaylı amaçlar sınırından dışarı çıkmayarak, Sümercenin Türk dili olup olmaması probleminin haline hiçbir şey verememiştir.
Sümerlerde okul, Sümerlerin uygarlığa yaptıkları en önemli katkı olan çiviyazısı dizgesinin icadı ve gelişiminin doğal sonucuydu. llk yazılı belgeler Uruk adlı bir Sümer kentinde bulundu. Bunlar çoğu ekonomiyle ilgili yönetsel notların resimle yazıldığı binlerce küçük kil tableti içerir. Ama içlerinde okuma ve alıştırma yapma amaçlı sözcük listeleri de bulunmaktadır. Bu da, MÖ. 3000'lerde bazı yazmanların öğretme ve öğrenme üstüne düşünmüş olduklarını gösterir. İzleyen yüzyıllardaki ilerleme yavaştı. Ancak üçüncü bin yılın ortalarından itibaren, bütün Sümer'de yazı yazmanın resmen ögretildigi bazı okullar olmalıdır. Sümerli Nuh'un memleketi olan Şuruppak kentinde 1902-1903 yıllarında yapılan kazılarda MÖ. 2500'ler den kalma çok sayıda "ders kitabı" çıkarıldı. Sümer okul sisteminin olgunlaşıp gelişmesi üçüncü binyılın ikinci yansında oldu. Bu devre ait on binlerce kil tablet çıkarılmıştır.
Çivi yazısı dizgesi büyük bir olasılıkla Sümerlerin icadıydı. Gün ışığına çıkarılmış en eski yazıtlar -geçtiğimiz yıllarda Uruk’taki kazılarda çıkarılmış dördüncü binyılın ikinci yarısından kalma binden fazla tablet ve parça- Sümer dilinde yazılmışlardır. Ancak yazıyı icat eden Sümerler olsun ya da olmasın, IÖ üçüncü binyılda onu etkin bir yazı aracı haline getirenler kesinlikle onlardı Kullanımsal değeri, yazıyı Sümerlerden alan ve kendi dillerine uyarlayan çevre halklarca da yavaş yavaş kabul edildi. İÖ ikinci binyılda bütün Yakın Doğu’ya yayılmıştı.
Eski Mezopotamya’da büyük devletlerin çok gelişmiş olmasını insanlar eskiden beri biliyorlarsa da, bu devrin insanlık uygarlığının gelişmesindeki öneminin bilinmesinden hâlâ çok zaman geçmedi. Eski vasiyetnamelerde bu konuda zengin bilgiler vardır. Hemen XII. yüzyıldan başlayarak Avrupalılar Yakın-Doğu’ya seyahatlere gittikleri zaman kendileriyle beraber Dicle ve Fırat nehirleri arasında yerleşen kırlardaki kum tepelerinin eteğinde yatması muhtemel olan kentler konusunda bilgiler de getiriyorlardı. 1626 yılında Doğu seyyahı Pitro Della Balle uzun yıllar Yakın-Doğu’da kaldıktan sonra yanındaki Arap yardımcıları ve topladıkları pek çok eşya ile beraber Roma’ya dönüyor. O kendisi ile sadece küpler, çömlekler ve süs eşyaları, çok eski güzel malzemeler getirmeyip belki yazılı tuğlaların da ilk örneklerini Avrupa’ya taşımıştır. Bu eşyalar gerçekte sonraları bilim adamlarının araştırmaları için şaşırtıcı metinler ve materyaller hükmünde değer taşıyacaktır. Ancak, çivi yazısını okumak yolunda ilk çalışmalara kadar yine 200 yıl zaman gerekmektedir.
Arkaik çivi yazı işaretlerini taşıyan ilk kil tabletler ancak İO 3200'e doğru Uruk'un kültür katının 4b katmanında ve Uruk'ta ortaya çıkmıştır. Ne yazık ki bu ük metinler (dünyanın en eski metinleri) yalnızca "logogramlardan" (bir sözcüğü temsil eden resim) oluşmaktaydı ve dilsel süzgeçler olarak kullanılan ve sessel değerleri olan işaretlerden yoksundu.
Sümerler Irak topraklarını 1000 yıldan fazla bir zaman Sami Akadlarla paylaşmışlardır. Daha İsa'dan 2000 yıl öncelerinde bile, kendileri ve dilleri artık ölmüş bulunduğu halde, Sümer dili Babil mekteplerinde İsa'nın doğumuna kadar okutulmuş ve Babil mabetlerinde Sümer ilahileri terennüm edilmişti. Babil yazısının yayılması ile Sümer dili batıya kadar yayılmış bulunuyor, 1400 ile 1200 yılları arasına rastlayan devrede Eti devletinin merkezindeki mekteplerde de Sümerce okutuluyordu. İkinci bin yıl ortalarında bir taraftan Babillilerin yurtları, diğer taraftan Anadolu ve Mısır olmak üzere sınırlanmış bölgede de Sümerce okutuluyordu. Bu sebepten dolayı 4 üncü bin yıldan beri Ön Asya’daki yerleşmelerini takip edebildiğimiz müteaddit kavimler içinde, Sümerlerin ayrıca bir yeri vardır.
Sümerce pasif bir karaktere sahiptir. Yani Sümercede, meselâ: "Baba oğlu döğdü,, denmez, "baba tarafından oğul üzerine bir dayak vaki oldu,, denir.
Atatürk de Türk tarihinin ve dilinin binlerce yıl öncesine dayandığı fikri doğrultusunda, Sümerlerin Türk kültürüyle ve Türk diliyle olan bağlantılarının tespit edilmesini ister. Muazzez İlmiye Çığ’ın aktardığına göre ise bu isteğe ilk cevap veren Hitler’den kaçıp Türkiye’ye gelen ve Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde kendisinin de hocası olan B. Lansberger’dir. B. Lansberger, 1937 yılında yapılan 2. Uluslararası Tarih Kongresi’ndeki bildirisinde, Sümer ülkesine doğudan gelerek Akad krallığına son veren Gut/Kut halkının kral adlarının, Türk adı olduğunu ortaya koyarak Atatürk’ün düşüncesini destekler.
Sümer dini çoktanrılı bir dindi. Dünyada, evrende, doğada görülen, hissedilen her nesnenin bir Tanrısı vardı. Tanrılar insan görünümünde, fakat insanüstü güçleri olan ölümsüz varlıklardı. İnsanlar gibi, onların da çocukları ve eşlerinden oluşan aileleri bulunuyordu. Bu aileler kral gibi bir Baş tanrı altında toplanmışlardı. Tanrılar da insanlar gibi sever, üzülür, kızar, kıskanır, kavga eder, kötülük yapar, hastalanır, hatta yaralanabilirlerdi. Yer, Gök, Hava, Su Tanrıları yaratıcı, diğerleri yönetici ve koruyucu Tanrılardı. Her şehrin bir koruyucu Tanrısı vardı. O Tanrı, şehrinin iyi yaşam sürmesinden sorumlu idi. Onun gücü, şehrinin iyi veya fena olduğuna göre değişirdi. Bunlara aynı zamanda diğer şehirlerde de tapılırdı. Bu şehir Tanrıları, evrenin yönetimini aralarında bölüşmüşlerdi. Tanrılara ait listelerde 1500 kadar Tanrı adı bulunması, Sümerlilerin ne kadar çok Tanrı yarattığını göstermektedir.
Şimdiki dinlerin hemen hepsinin kutsal kitaplarında bulunan Nuh Tufanı Destanı ile ilgili kısımlara dikkat edersek, temel düzeni bir olup çeşitli varyantlarda beyan edildiğini görürüz. Bizim bildiğimize göre bu destanın ortaya çıkışı konusunda iki görüş vardır. Birincisi, onun ortaya çıkışı 4. jeolojik zamanın sonlarındaki dünyanın hemen hemen hepsini su bastığı, buzulların eriyip, devamlı yağışların olduğu, ırmakların coştuğu döneme aittir. İkinci görüş, bu destanın Sümerler zamanında ortaya çıktığını savunmaktadır. Aslında Avrupalıların ilgisini Mezopotamya'ya çeken şey de onların yüzyıllardır Kitab-ı Mukaddes'ten öğrendikleri bu destanın Sümerlerin çivi yazılı metinlerde bulunması idi.
Sümerlerde kâinatın yaradılış efsanesi şöyledir ; Kâinat henüz yok iken, “Nammu” adında bir tanrıça varmış. Onlar, bu tanrıçanın nereden geldiği, nasıl ortaya çıktığı konusunda herhangi bir yorum yapmış değiller; sadece kâinatta ilk önce böyle bir yaratıcının var olduğuna inanıyorlardı. Bu tanrıça günün birinde gök ve yerin hammaddesini oluşturan kozmik bir dağ yaratır, bundan da Gök tanrısı An ile yer tanrıçası Ki’yi meydana getirir. Sümerler, tanrıları insan şeklinde kişileştirdikleri için eril ve dişil olarak düşünmüşler. Mitolojilerine göre tanrıça Ki, daha sonra Ninhursag (dağ kraliçesi) ki Sümerlerde bunun sembolü yıldızdı, Nintu (doğurgan kraliçe) ve Ninmah (yüce kraliçe) gibi isimlerle isimlendirilir. Bu iki tanrının birleşmelerinden hava tanrısı Enlil doğar. İlginçtir ki Enlil, bu tanrılar tarafından yaratıldığı halde her nedense Sümerlerde birinci tanrı durumuna yükselir. Bu tanrılardan da zaman içinde birçok tanrı ve tanrıçaların meydana geldiklerine inanırlardı.
Tanrı Enki ile tanrıça Ninhursag'ı konu alan tablette cennet hakkında şu bilgiler var: Dilmun (Cennet) adında saf, temiz ve parlak bir yer vardır. Burada ne hastalık var, ne de ölüm. Tek kelime ile ‘yaşayanlar ülkesidir’. Burada hiç kimse kimseye zarar verilmez; yaşlılık, vücut ağrıları yok. Irmağı geçen (ki islamda halk tabiriyle buna sırat köprüsü denir) artık mutludur.
Onlara göre suçlu olan kişinin, cehenneme varmadan hem ırmağı, hem de cehennem kapıcılarını geçmesi gerekir. Yine kendileri cehennemde görevlilerin varlığına ve bu görevlilerin suçluları alıp hak ettikleri yerlere götüreceklerine inanırlardı.
Sümer mitolojisinde İştar; aşk, muhabbet, mahsul ve üretim yaratıcısı anlamında kullanılır. Divan-ü Lügat-it-Türk'te Kaşgârlı Mahmut “işler” kelimesinin “hatun, hanım” manasına geldiğini ve adlandırılma tarihinin çok eskilere gittiğini söyler. Türk halklarında "kadın yaratıcılar" mukaddes sayılmıştır. Onlar için kurbanlar adanmış ve tütsüler çıkarılmıştır. Büyük ihtimalle “is” Türklerin geleneğinde çeşitli kokuların mistik bir nesne olarak kullanılması yahut da hastalıklarda tedavi olarak kullanılması da Sümerlerdeki bu tasavvurda çıkmış olsa gerektir. Bu anlamıyla ateş, alev ve tütsü mukaddes sayılmıştır. Bunlar, ilk önce kadın mabudelerle sembolleştirilmiştir.
Sümer mitolojisindeki Enü, gökyüzü tanrısıdır. O, Uruk (Sümerce Unug, yani Uluğ manasındandır.) şehrinin gökyüzündeki koruyucusu sayılır. Enü, Tükçedeki "ana" (anne) kelimesine benzer. Eski yazılarda da Umay Ana ismi dile getirilir. Türk halkları arasında ürün yaratıcısı sayılır. Kaşgârlı Mahmut onu “kahraman erlerin koruyucusu” şeklinde tarif eder. Dummûzî (Tammuz), Sümer mitolojisinde “İştar'un sevgilisi; yer altına, cehenneme mahkûm edilen” kişidir. Tammu-Tammuz kelimesi, Divanü Lûgati't- Türk'te de “cehennem” manasında kullanılır (Kaşgarlı, 1960a). Alişir Nevaî bu cehennem manasında bu kelimeyi kullanır. Görüldüğü gibi Sümer mitolojisindeki esas kahramanların isimleri Türkçedir.
Sümerlerde ibadet genel olarak dua, kurban, sunu ve dini merasimlerden oluşmuştur. Dini uygulamaların amacı ölümden sonraki hayatla değil, yeryüzünde sürdürülen yaşamla ilgilidir. Ölümden sonraki hayatın, yeryüzünün kötü bir yansıması olduğu düşünülmüştür. İnsan burada sıkıntı, keder, yokluk ve kasvetten başka bir şeyle karşılaşamayacaktır. Bu yüzden ibadet ve ritüeller, sadece yeryüzündeki ihtiyaç ve beklentilerin karşılanması amacıyla gerçekleştirilmiştir. Yapılan ibadetler ve tanrılara gösterilen saygı, daha iyi bir hayata ulaşmak ve hastalık, yokluk gibi istenilmeyen durumlarla karşılaşmamak içindir. İbadet esaslarında temizlik önemli bir yere sahip olmuştur. Sümerlerin yaşadığı ve hayatlarıyla ilişkilendirdiği tüm unsurlarda bu anlayışın oluşturduğu bir kutsiyet yer almıştır. Bu düşünceye göre tanrıların yardımının temin edilebilmesi için içten bir kutsiyete ihtiyaç duyulmuştur. Bu kurallara uyulmadığı takdirde şehirlerdeki düzen ve yaşayış sisteminin yok olacağına inanılmıştır.
Sümer'de Tanrılar istediklerini yapar; onlar, insanlara ne istediklerini bildirmez. Ancak insanlar onlara, kendilerinden istenileni sorarak öğrenebilir. Bu, kurban edilen hayvanların karaciğerlerindeki işaretlere göre anlaşılır. Bu işaretlerin ne olduğu, neyi anlattığı, bu hususta yazılmış kataloglarda bulunur; rahipler ona göre onları yorumlar, Ayrıca rüya ile de Tanrı istediğini bildirir. Tanrının yapılacak bir işi uygun görüp görmediğini anlamak isteyen; mabede gider, kurban keser, dua eder ve uykuya yatar, Gördüğü rüyanın olumlu veya olumsuz olduğunu da ancak rahip yorumlar. Sümerliler, bu Tanrılar dünyası üzerine pek çok efsane geliştirmişler; şiirler yazmış, ilahiler bestelemiş, törenler düzenlemiş ve bütün bunları yazıya geçirerek zamanımıza kadar ulaşmasını sağlamışlardır. Onların kurdukları çoktanrılı din, yavaş yavaş tek tanrıya dönüşerek, bugünkü dinlerin temelini oluşturmuştur. Fakat bu arada diğer Tanrılar da tamamıyla yok olmayarak bu dinlerde melekler, şeytanlar, cinler olarak varlıklarını korumaktadır.
Diğer taraftan, Sümerlerde toplumsal tabakalaşmaya baktığımızda, ana hatlarıyla şunları söyleyebiliriz. Sümerlerde toplumsal tabakalar krallar, râhipler, tüccarlar, yazıcılar, köylüler ve çiftçiler, zanaatçılar ve sanatçılar, askerler ve kölelerden oluşuyordu. Bu tabakalardan her birinin, kendine özgü görev ve sorumlulukları; bunlara bağlı olarak da belirli bir toplumsal statüsü vardı. Pek çok eski çağ toplumunda olduğu gibi, Sümerlerde de eşitlik düşüncesi yoktu. Hem üstelik, bu dünyâda sâhip oldukları statüleri öbür dünyâda da koruyacaklarına inanıyorlardı. Başka deyişle, bu dünyâda krallarına ve kânunlarına karşı gelmekle cezalandırıldıklarında, öbür dünyâda da bu cezaların devâm edeceğine inanıyor; mevcut toplum yapısını korumayı baş değer olarak kabul ediyorlardı.
Sümer ülkesi, râhip krallar tarafından yönetiliyordu. Yerel dilde yönetici râhiplere patesi veya ensi deniliyordu. Sümer ülkesi, yönetim bakımından üç temel bölgeye ayrılmıştı; kuzeye Âsur, güneye Sinear, iç bölgeye ise Kalde diyorlardı. Bu bölgeler arasında siyasî birliği, uzun süre kuramadılar; dış saldırılar karşısında bir araya gelmenin dışında, yönetim bakımından aralarında güçlü bir birlik tesis edemediler. Kralların görev ve sorumlulukları, öteki dünyâda da geçerliydi ve onun hizmetçisi olmak, her iki dünyâda da büyük bir şerefti. Bu dünyâda krallarına üstün hizmetlerde bulunan hizmetçiler, öldükten sonra krallarının mezarlarına defnedilir; öbür dünyâda da hizmetlerine devâm edeceklerine inanılırdı. Kral mezarlarına ayrıca, çok sayıda muhafız, binek hayvan, çeşitli kap kacaklar, süs eşyâları ve bol miktarda değerli mâden konurdu.
Yahudilik, Hristiyanlık ve İslâm dinlerindeki inançların bunun gibi de Yunan mitolojisinin hemen hemen hepsinin kaynağı ve mayası Sümerlerin ürettiği ilginç uygarlık olmuştur. Örnek olarak dünya ve insanın yaradılışı, cennet ve cehennem, insanın cennetten kovulması vb. konulardaki düşünceler ve gene, Nuh Tufanı destanı Sümerlerin din ve inanç sistemlerinde üretilmiş, sonraları onların mirasçıları olan kavimler arasında ortaya çıkmış dinlere girmiş, zamanın koşullarına uygun olarak mükemmelleşmiştir.
Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman dinleriyle Sümer dini arasındaki ortak noktalar şunlardır: Tanrının yaratıcı ve yok edici gücü; Tanrı korkusu; Tanrı yargılaması; kurbanlar, törenler, ilahiler, dualar ve tütsülerle Tanrıyı memnun etmek; iyi ahlâklı, dürüst ve haktanır olmak; büyüklere ve küçüklere saygı göstermek; sosyal adalet; temizlik. Temizlik Sümerlilerde çok önemli idi. Tapınağa gidenlerin, dua edenlerin, kurban kestirenlerin vücutça temiz olmaları gerekti.
llk yazılı toplumsal reform, M.Ö. 2400'de Sümer kent devleti Lagaş’ta yapılmıştır. Yüksek ve türlü türlü verginin zorla toplanması ve tapınaklara ait mülkiyetin giderek artırılması gibi iğrenç ve her yerde ortaya çıkan bürokrasinin uygulandığı "eski günlerdeki yolsuzluklara karşı yöneltilmişti. Gerçekten de, kendilerini aldatılmış ve büyük baskı altında duyan Lagaşlılar eski Ur-Nanşe hanedanını devirip, kendilerine başka bir aileden hükümdar seçerler. Kente yasa ve düzeni yeniden getiren ve yurttaşlarına "özgürlük tanıyan" bu Urgakina adlı yeni işakkudur.
Mezopotamya’da yapılan kazı çalışmaları sonucu İsa’dan yaklaşık 3 bin yıl öncesi yönetimle ilgili (şiir biçiminde yazılmış) 11 tablet ve parça ortaya çıktı. Tabletlerde anlatılan bu olaylar İsa’dan yaklaşık 3 bin yıl önce kaleme alınmışsa da, yapılan inceleme sonucu anlaşılmıştır ki, yazıldıkları tarihten de bin yıl öncesine ait bir yaşam biçmişi konu almıştır. Bunlardan, Sümerlerde iki meclisin görev yaptığı kesin olarak ortaya çıkıyor: Biri İhtiyarlardan oluşan “Senato Meclisi” (adeta bugün ABD’de ve bir zamanlar da TC’de görev yapan senato gibi), bir diğeri de gençlerden/ savaşçılardan oluşan “Yurttaşlar Meclisi”. memleketin kaderini tayin eden savaş ve barış gibi konularda ayrı toplanıp müzakereler yapar, kararlar alırdı.
Sümerlerin siyasî ve toplumsal yaşamları da Eski Türklerinkine benzer özellikler taşımakta. Fakat tüm bunlar, akrabalık ilişkisini kabul etmek için yeterli değildir; çünkü, kavimlerin yaşadığı benzer siyasî ve toplumsal koşullar, benzer kurum ve ilişki biçimleri doğurmaktadır.
Yazılı insanlık tarihindeki ilk siyasal "meclis" Iö yaklaşık 3000'de ciddi bir oturumda bir araya geldi. Bizim meclislerimiz gibi iki "evreden oluşuyordu: bir "senato" ya da ihtiyarlar meclisi ve "alt ev" ya da devletin eli silah tutan yurttaşlarından oluşan meclis. Bu bir "savaş meclisiydi, savaş ve barış gibi çok önemli bir konuda görüş birliğine varmak için toplanmıştı; "ne pahasına olursa olsun barış" ya da savaş ve bağımsızlık diye tanımlayabileceklerimiz arasında bir seçim yapmak zorundaydı. Tutucu ihtiyarlardan oluşan "senato" neye mal olursa olsun barıştan yanaydı, ancak kararları, sorunu "alt ev" ile görüşen kral tarafından "veto edildi." Bu bilinen eski meclis, Dicle ile Fırat ırmakları arasında, Basra Körfezi’nin kuzeyinde bulunan ve kadim devirlerde Sümer diye adlandırılan yerde toplanmıştı. Sümerler kil üzerine kamıştan bir kalem yardımıyla yazılan bir yazı dizgesini aşama aşama geliştirdiler; böylece ilk kez insanoğlunun eylemlerini, düşüncelerini, umutlarını, arzularını yargılarını ve inançlarını ayrıntılı ve sürekli bir biçimde kaydetme olanağı doğdu. Dolayısıyla, Sümerlerin politika alanında da önemli ilerlemeler kaydetmiş. olmaları şaşırtıcı değildir. Özellikle, kralların gücünü engelleyip, siyasal meclisin hakkını tanımakla demokratik yönetime doğru ilk adımları atmışlardır.
Amerikalı bir ekibin Irak’ta yaptığı kazılarda bulunan 3500 yılı aşkın bir zamandan öncesine ait küçük bir kil tablet, tarım tarihinde temel öneme sahip bir belgenin onarımını olanaklı kıldı. kadim Sümer kenti Nippur'da 7,5'a 1 1,5 cm. boyutlarındaki söz konusu tablet çıkarıldı. Nippur'da bulunan bu tabletten önce, üzerlerinde bu tarımsal "ilk kitapçığın farklı bölümlerinin bulunduğu sekiz tablet ve parça zaten biliniyordu, ancak yazıtın ortasından otuz beş satırı içeren bu yeni Nippur parçası gün ışığına çıkarılana değin bütün olarak metni güvenilir bir biçime getirmek olanaksızdı. Parçalar bir araya getirildiğinde 108 satıra ulaşan bu belge, bir çiftçinin oğluna bir yıl içinde gerçekleştirdiği tarımsal etkinliklerde kılavuzluk etmesi amacıyla verdiği talimatları içerir; bu öğütler mayıs-haziran aylarında tarlaların sular altında kalmasından başlar ve gelecek nisan-mayıs aylarında yeni alınan ürünün ayıklanması ve tanelerinin ayrılmasıyla sona erer.
İlkel insanlar hastalıklarını tedavi için ilk olarak kuşkusuz sihir ve büyü kullanmışlardı. Belki onun yanında doğal maddelerden de yararlanmışlardı. Fakat o zamanlara ait yazılı belge olmadığı için bunların ne olduğu, nasıl kullanıldığı bilinmiyor. Her konuda olduğu gibi bu konuda da ilk yazılı belgeler Sümerlerden geliyor. Onlar 4500 yıl önceden hastalıklara ve ilaçlara ait belgeler yazmaya başlamışlardır. İki yüz yıldan beri yapılan kazılardan çıkarılmakta olan binlerce tablet arasında doktorluk ve ilaçlarla ilgili bir hayli belge bulundu. Yalnız bunların hemen hepsi Sümerlerin siyasi hayattan çekildikleri zamana ait Akad dilinde yazılmıştı. Büyük bir kısmı da Asurbanipal kitaplığından çıkmıştı. Fakat bunlarda kullanılan maddelerin ve tıp terimlerinin Sümerce olması, bunların ya Sümerler tarafından yazılanların bir kopyası veya onlardan esinlenerek yazılmış olabilir. Sümerler de ilkel topluluklarda olduğu gibi hastalıkların, gözle göre Mezopotamya’da büyü ve tıp iç içedir. Bunları birbirinden ayırmak çileden çıkarıcı, belki de boşuna bir uğraşıdır. Büyüler insanları hastalıklardan korumak, insanları kötü etkilerden arındırmak, saldırıları önlemek, düşmana zarar vermek için yapılıyordu. Cinlerden iyi olanlar da vardı. Onlar insanlara sağlık getirdikleri gibi duygusal yönden mutluluk da verirlerdi. Akıl hastalıkları yalnız büyü ile iyi edilmeye çalışılırdı.
Muazzez İlmiye Çığ, kaleme almış olduğu bir çocuk kitabında Sümer coğrafyasını tasvir ederken ; “ Suyu ve sıcağı bol olan bizim ülkede hurma ağacı pek çoktur. En önemli meyvemizdir hurma. Üzüm bağlarımız da var, fakat üzümü daha çok şarap yapmak için kullanıyorlar. Şarap deyince aklıma geldi, bizim su yerine bol bol bira içtiğimizi söylemedim size. Bira ağzı çamurla sıvanmış ve mühürlenmiş, destiler veya küçüklü büyüklü küpler içinde saklanır. Bu biralar ya kupalarla veya içi boş kamışlarla içilir. Birkaç kişi konuşurken bir küpten kamışlarla içmek çok zevkli olur. Bira yapan birçok yerlerimiz var. Bira evinde içmek isterseniz karşılığında gümüş yerine arpa getirmeniz gerek. Biliyorsunuz, bira arpadan yapılır.” şeklinde yer alır.
KAYNAKÇA
İLMİYE ÇIĞ, Muazzez, Sümer Ve Türkler, s.9-10
Atakişi Celiloğlu Kasım, Sümerce Kesin Olarak Türk Dilidir, İstanbul 2001, s.11- 12
KRAMER, Samuel Noah, Tarih Sümer’de Başlar, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 1999, s. 21-22
KRAMER, Samuel Noah, Sümer Mitolojisi, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 1999, s.44- 45
GREEY,B.,5,000 Yıllık Sümer-Türkmen Bağları, Berlin 2003, s.14
BOTTERO, Jean, çev. Arslan Özcan, Eski Yakındoğu Sümer’ den Kutsal Kitap'a, 2005 Ankara, s.73
LANDSBERGER, Benno, çev. Mebrure Osman Tosun, Sümerlerin Ön Asya’daki Hususî Mevkileri, s.90
LANDSBERGER, Benno, çev. Mebrure Osman Tosun, Sümerlerin Ön Asya’daki Hususî Mevkileri, s.94
YALÇIN, Enis, Atatürk, Türk Kültürü ve Sümerler, Aylık Fikir ve Sanat Dergisi, s.18
İLMİYE ÇIĞ, Muazzez, Kur ‘an, İncil ve Tevrat'ın Sümer’ de ki Kökeni, Kaynak Yayınları, İstanbu1995, s.12
GREEY, B.,5,000 Yıllık Sümer-Türkmen Bağları, Berlin 2003, s.14
TEKİN, Arif, Sümerler ’den İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, s.34
TEKİN, Arif, Aynı eser, s. 34-37
IŞANKULU, Cabbar, Kaybolan Cennetin Peşinde, G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 22, Sayı 3 (2002)
ALTUNCU, Abdullah, Sümer Mitolojisi Bağlamında Otorite Tarafından Şekillendirilen İbadet ve Törenler, Kilis 7 Aralık Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Kilis 2014/2, CİLT: 1, SAYI: 1, s. 143-144
İLMİYE ÇIĞ, Muazzez, Kur ‘an, İncil ve Tevrat'ın Sümer’ de ki Kökeni, Kaynak Yayınları, İstanbu1995, s.12
SAYGIN, Alkım, Sümer Medeniyeti Üzerine Bir inceleme, Bursa 2017, s.6-7
GREET, B. ,5,000 Yıllık Sümer-Türkmen Bağları, Berlin 2003, s.43-44
ILMİYE ÇIĞ, Muazzez, Kur ‘an, İncil ve Tevrat'ın Sümer’ de ki Kökeni, Kaynak Yayınları, İstanbu1995, s.16
KRAMER, Samuel Noah, Tarih Sümer’de Başlar, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 1999, s. 69
TEKİN, Arif, Sümerler’ den İslam'a Kutsal Kitaplar ve Dinler, s.70
SAYGIN, Alkım, Sümer Medeniyeti Üzerine Bir inceleme, Bursa 2017, s.1-3
KRAMER, Samuel Noah, Tarih Sümer’de Başlar, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 1999, s. 54-57
KRAMER, Samuel Noah, Tarih Sümer’de Başlar, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 1999, s. 91-96
İLMİYE ÇIĞ, Muazzez, Sümer'de Tıp, 2018, s.60
İLMİYE ÇIĞ, Muazzez, Zaman Tüneli İle Geçmişte Sümer’e Yolculuk, Kültür Bakanlığı Yayınları, s.34
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder