*Mihriban KAYA
ÖZET:
Selçuklu İmparatorluğu, Türk tarihi, İslam tarihi ve Dünya tarihinde önemli bir yere sahiptir. Selçuklu Sultanları, İslâm dinine ve Türk hâkimiyet anlayışına uygun olarak idare ettikleri halkı soy ve inanç ayrımı yapmadan refah içinde yaşatabilmek için büyük bir çaba göstermişlerdir. Hâkimiyetleri altındaki milletlere karşı adil, cömert ve hoşgörülü olmaya özen gösteren Selçuklu Sultanları; ele geçirdikleri yerlerde cami, medrese, kütüphane, han, hamam gibi kamu yararı için pek çok yeni yapılar inşa ettirmişlerdir. Selçuklu devlet adamları da tıpkı sultanlar gibi idare ettikleri bölgelerde halkın rahat ve huzur içinde yaşayabilmesi için önemli faaliyetler gerçekleştirmişlerdir. Halkın hizmetine sunulan mabet, medrese, mektep, imaret, zaviye, kütüphane ve dârüşşifaları ölümsüz kılabilmek için vakıf kurumları haline getirmişlerdir.
XI. yüzyıldan itibaren Türk göçlerine sahne olan Anadolu'da Selçuklular gerçekleştirdikleri mimari eserler ve kurumlarla Anadolu kültürünün kaynaşmasını ve halkın ihtiyaçlarının giderilmesini amaç edinmişlerdir. Bu eserler arasında halkın hizmetine sunulan mabet, medrese, mektep, imaret, zaviye, kütüphane ve dârü’ş-şifalar gibi vakıf kurumlarını sayabiliriz.
Dârüşşifalar, temelde, birer kamusal hayır kurumu olarak tesis edilen hastanelerdir ve en çarpıcı özellikleri bu hastanelerde hastaların tıbbi bakımlarının ve tedavilerinin parasız yapılmış olmasıdır. Bu yönüyle özel olarak dârüşşifalar, genel olarak tüm vakıf eserleri sosyal devlet anlayışının bir tür öncüsü olarak değerlendirilebilir. Selçuklular, İslâm düşünce tarihinde önem arz eden medreselerin kurumsallaşması gibi işleri başararak Karahanlı ve Gaznelilere göre daha ön plana çıkmışlardır. Açılan Nizâmiye Medreseleri ile eğitim ve düşünce alanında önemli gelişmeler sağlamışlardır. Bu makalede Selçuklu İmparatorluğu'nun hâkimiyeti altında bulunan topraklarda yaptırıp hizmete soktukları hastane ve tıp medreseleri gibi tıbbî kuruluşlardaki öğretim faaliyetlerinin işleyişi, ayrıca tıp medreselerinin müfredatı ile Avrupa devletleri ve Selçukluların halefi olan devletlere olan etkileri ele aldım.
Selçuklu hastanelerindeki tedavi metotları devrin önde gelenlerindendi. Tıp öğrencileri öğrenim süreleri boyunca hastanelerde pratik yapma imkânına sahipti. Tesis edilen hastanelerde ve medreselerde pek çok Türk hekimi yetirmiştir. Ayrıca bu dönemde hastanelerde tıbbî müşavereler ve tartışmalar yapılmış, halk ücretsiz muayene edilmiş ve kendilerine ilaç dağıtılmıştır. Hastaneler bir tür vakıf sistemi üzerine kurulmuştu ; buralarda dindar insanlardan gelen bağışlar kullanırlardı. Aynı zamanda devlet yöneticileri bu müesseselerin oluşumunda büyük rol sahibiydi. Bu da Selçuklu sosyal yapılmasının başka bir boyutudur.
Selçuklularda tıp eğitimi Türkçe yapılmış, ancak bu büyük imparatorluk, birçok badireler atlattığı için tıbbî müesseseler ve eserler dağılıp yok olmuştur. Bugün bu tıbbî eserlerin ve müesseselerin çok azını bilebilmekteyiz. Anadolu' da mevcut tıbbi müesseseler tababet hayatının Selçuklularda çok ileri olduğunu gösterir. Özellikle askerlik alanında gelişen tababet Türklerde o derece ilerlemiştir ki bu gelişmeleri Batı dünyası Türklerden izlemiş ve kendisine uyarlamıştır. Bunun yanında varlığı bilinen ama tespit edilemeyen, birçok hastane ve tıbbi müessese mevcuttur. Ayrıca, seyyar hastaneler, cüzam haneler, tımarhaneler, eczaneler, darürrahalar, tıp medreseleri, tıp tarihinde olduğu kadar Selçuklu müesseseleri tarihinde ve dünya tarihinde kültürel gelişmişliğin tartışmasız delilidirler.
Anahtar Kelimeler: Selçuklu Devleti; tıp eğitimi; ortaçağ tıbbı; müfredat, XI. Yüzyıl, Türk Kültürü, Selçuklu, Anadolu, Vakıf, Dârü’ş-şifa.
GİRİŞ
Büyük Selçukluların ilmi ve medeni hayatı, İslam medeniyetinden ayrı düşünülemez. Bu dönemde Türk ülkelerinde doğup büyüdükleri halde eserlerini devrin bilim dili olan Arapça ile yazmış olan İbn-i Sina, Biruni gibi tıp büyükleri, diğer Müslüman milletlerce de benimsenmiştir. Bu nedenle İslami dönem Anadolu dışında Türk tıbbını İslam medeniyeti içinde ele almışlardır. Selçuklular savaşlarda harap olmuş hastaneleri tamir ettirtmişler, ordu için seferlerde deve ile taşınan seyyar hastaneler kurmuşlardır. Malazgirt Zaferi’nden sonra Anadolu’ya yoğun Türk göçleri olmuş, kısa zamanda Türk yurdu olan bu toprakların ticari yolları barındırması sebebiyle Selçuklular zengin bir devlet olmuştur. Kervan yolları üzerinde nüfusları yüz bini aşan Kayseri, Sivas, Konya gibi şehirler önemli medeniyet merkezleri haline gelmiştir. Bu Şehirler cami, hamam, medrese, imaret, darüşşifalarla donatılmıştır. Eğitim öğretimin ilk kurumsallaştığı yer olarak sayılan medreseler Büyük Selçuklular ile bu dönemlerde başlamıştır. Bu dönemde açılan Nizamiye medresesi ve hastanesi ile medrese geleneği hem doğuyu hem batıyı etkilemiştir.
Selçuklular bu dönemde hâkimiyetleri altındaki topraklarda darüşşifalar, bakımevleri hamamlar yaptırmışlardır. Bunlardan ilki Alparslan tarafından Nişabur’da yaptırılmıştır. Melik Şah Bağdat’ta Bimaristan-ı Tutuşi, Selahaddin Eyyubi Kahire’de, Fustat ve Akka’da Nureddin Zengi Halep ve Şam’da hastaneler yaptırmıştır. Sağlık tesislerinin vakıflar biçiminde yapıldığı bu dönemde devletin yönlendirmesi sonucu; özellikle de ticaret yolları üzerinde bir hayli çok sayıda sağlık tesisi hizmete sokulmuştur. Özellikle II. Kılıçarslan (1156-1192) ve Alaeddin Keykubat(1220-1237) zamanında Türk-İslam dünyasından davet edilen ilim ve sanat adamları, Anadolu’ya yerleşerek bilim ve sanatın ilerlemesine yardımcı olmuşlardır. Üzerinde yaşadığımız topraklar üzerinde, yaklaşık bin yıldan beri üç büyük Türk devleti kurtulmuştur.
Türklerin Anadolu’ya girişi Malazgirt Savaşı’nın kazanılmasıyla, 1071 tarihiyle başladığı kabul edilmektedir. Türklerin Anadolu’da yerleşmeleriyle birlikte bazı imar faaliyetleri görülür. Anadolu’nun çeşitli yerlerinde hanlar, hamamlar, köprüler, camiler, medreseler kurulmuştur. Selçuklular döneminde, bir “Hekimbaşılık makamının bulunduğu söylense de bu konuda tarihsel bir belgenin varlığı söz konusu değildir. Bunun yanında, Selçuklu hükümdarları gerek gördüklerinde kendi tıbbi bakım ve tedavileri için hekim görevlendirmişlerdir. Selçuklu döneminde benimsenen tıp anlayışı İslam tıbbının özelliklerini taşımaktadır. Hipokrat, Galen gibi hekimlerin tıp anlayışını benimseyen İslâmi tıp anlayışı Anadolu Selçuklu döneminde de etkisini sürdürmüştür. Bu dönemde Anadolu’da bulunan hekimler göz ile ağız ve diş tedavisine önem vermişlerdir. Göz hastalıkları için “kehhal” adını taşıyan hekimler bulunmaktadır. İç hastalıklarına ilişkin tedaviler daha çok ilaçla yapılırken cerrahi nitelikteki müdahaleler kırık-çıkık, incinme, çıban, ur, yaraların tedavisi gibi müdahaleler şeklindedir.
Selçuklularda Tıp Eğitimi ve Hastaneler
Kurdukları imparatorluğun, doğu ile batı arasındaki kervan yollarının üzerinde olduğunu bilen Selçukluların, bulaşıcı hastalıkların, sivil halk ve ordu için büyük tehlikesini düşünerek, henüz en başında, Tuğrul Bey ve Alp Arslan devirlerinde birer tıp merkezi niteliğinde hastaneler tesis etmeye başladıkları görülür. Selçuklular savaşlarda harap olmuş hastaneleri tamir ettirtmişler, ordu için seferlerde deve ile taşınan seyyar hastaneler kurmuşlardır. Malazgirt Zaferi’nden sonra Anadolu’ya yoğun Türk göçleri olmuş, kısa zamanda Türk yurdu olan bu toprakların ticari yolları barındırması sebebiyle Selçuklular zengin bir devlet oluşmuştur. Kervan yolları üzerinde nüfusları yüz bini aşan Kayseri, Sivas, Konya gibi şehirler önemli medeniyet merkezleri haline gelmiştir. Bu şehirler cami, hamam, medrese, imaret, darüşşifalarla donatılmıştır.
Sultan Melik şah devrinde Selçuk ordularında kırk adet, deve katarı ile nakledilebilen seyyar hastaneleri vardı. Nizâmülmülk’ün (1018-1092) inşa edilmesi için emek sarf ettiği yapıtların başında gerek siyasal, dinsel ve bilimsel gerekse sosyal anlamda devlet çıkarlarına oldukça mühim hizmetlerde bulunmuş olan medrese kurumu gelmektedir. O çağın üniversiteleri olan medreselerin kurulması, bu uygarlığın en önemli katkılarından biridir. Dünyada kurulan ilk devlet üniversitesi özelliğindeki Nizamiye Medreseleri kadı, hekim, müftü, nişancı, defterdar, müderris vb. gibi sivil nitelikte devlet memurlarının yetiştirilmesi amacıyla kurulmuştur. Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan devrinde tıp eğitimine de önem verilmiş, 11. yüzyılda kurulmaya başlanan tıp medreselerinde eğitim usta-çırak modeliyle yürütülmüştür.
Tıp eğitimi genellikle hastanede tatbiki olarak verilmekteydi. Hekimin etrafında toplanan öğrenciler, onun anlattıklarını dinleyip, hastalar ile kadavralar üzerinde yaptığı uygulamaları görerek hastalıkları tanıyor ve tedavileri konusunda bilgi ediniyorlardı. Daha sonraları medreselerde de tıp eğitimi verilmeğe başlandı. Bunun dışında özel tıp okulları kurularak buralarda bir yandan eğitim, diğer yandan da hastalara hizmet verilmeye başlandı.
Büyük Selçuklularda vakıflara bağlı olarak kurulan Selçuklu hastanelerine “bimaristan” adı verilmekteydi. Anadolu Selçuklularında bunun adı “Daru’s-şifa”ve “Daru’s -Sıhha” olmuştur. Bazı yerlerde bu görevi “Daru’l-Âfiye” adıyla bilinen hastaneler yapmaktaydı. Yine hastanelerde her çeşit yolcu ırk, din ve kimliğe bakılmaksızın tedavi edilmekteydi. Ayrıca akıl hastaları için “Tımarhane” adıyla bilinen yerler kurulmuş, insanların huzuru için her türlü tedbir alınmıştı. Bundan başka ordu içinde seyyar hastaneler bulunmaktaydı ki, bunlar 200 civarında bir deve katarının sırtında taşınabilmekteydi. Bu sosyal tesisler kurulmuş yaşlılar ve yetimler için bakımevleri bulunmaktaydı. Yaşlıların barındığı bu evlere “Daru’l-Aceze” yetimlerin kaldığı yerlere de “Daru’l-Eytam” adı verilmekteydi. Selçuklular tıbba çok önem vermişler, bir çok hastane yapmışlardır.
Dârü’ş-şifalar en çok Bîmâristan olarak isimlendirilmiştir. Bîmâristan kelimesinin kökünün ne olduğu konusunda iki farklı görüş bulunmaktadır. Birinci görüşe göre “mar” yılan demektir, maristan’da yılan evi, yılan yurdu demektir. Hastaya ise yılansız, şifasız anlamına gelen bîmâr denmektedir. Yılanın ilk çağlardan beri tıpta geniş ölçüde yararlanıldığı düşünülürse, bu görüş kabul edilebilir görünmektedir.
Horasan Selçuklu Hükümdarı Alpaslan Oğlu Melikşah babasının veziri Nizamül'mülk ile ilme ve tababete büyük hizmet etmişlerdir. Bağdat’taki medrese meşhurdur. Sultan Mehmed Bin Melikşah devrinde Selçuk ordularında kırk adet, deve katarı ile nakledilebilen seyyar hastaneler vardı. Her iki hükümdar zamanında da Horasan, İran, Azarbeycan ve Irak'da yaptırılan hastahâne ve imâretler aynı zamanda kıymetli birer sanat eseridirler. Bağdat’taki Adudî hastâhânesi bu devirde pek meşhurdur. Burası yüksek bir tıb okulu ve serîrîyâtıdır. Tıbbî konular tartışır, araştırmalar yapılırdı.
Anadolu’daki medreselerin ilk örnekleri Artuklu ve Danişmentli kültür çevrelerinde karşımıza çıkmaktadır. Artuklular Diyarbakır, Harput, Mardin, Urfa, Danişmentliler Amasya, Çorum, Kırşehir, Malatya, Niksar, Sivas, Tokat, gibi merkezlerde hâkimdir. Bir başka deyişle, Artuklular Güneydoğu Anadolu, Danişmentliler Orta, Doğu ve kısmen Karadeniz bölgelerinde yerleşmiştir. Coğrafyanın farklılığı medreselerin plan şemalarını da etkilemiştir. Türkiye’nin en sıcak kentleri olan Diyarbakır, Mardin ve çevresindeki medreselerde açık ve büyük bir avlu tercih edilirken, Tokat, Niksar ve Konya gibi merkezlerde karasal iklimin yaşanması nedeniyle bazı medreselerde avluların üzeri kapatılmıştır. İslam dünyasında ve Ortaçağ Anadolu’sunda medreselerin tüm ihtiyaçları vakıflar tarafından karşılanmaktadır.
Anadolu Selçuklu döneminde, başkent Konya ile Kayseri ve Sivas kentlerinden günümüze ulaşan oldukça anıtsal boyutlarda medreseler ile darüşşifalar bulunmaktadır. Selçuklu sultanlarından I. Gıyaseddin Keyhüsrev, Kayseri’deki Gevher Nesibe Darüşşifası/Hastanesi ve Tıp Medresesi’ni, oğlu I. İzzeddin Keykavus ise Sivas’taki Keykavus Darüşşifası’nı inşa ettirmiştir. Selçuklu vezirlerinden Celaleddin Karatay, Konya Karatay, Sahip Ata Fahreddin Ali Sivas Gök Medrese, Sipehsalar/Ordu komutanı/Çaşniğir ve Atabeylik gibi görevlerde bulunan Şemseddin Altun Aba Konya Şemseddin Altun Aba, Lala Bedreddin Muslih ise Konya Sırçalı medreselerini yaptırmıştır. Buna göre darüşşifası/hastanesi olan medreselerin dönemin sultanı/hükümdarı, bir başka deyişle yöneticisi tarafından yaptırıldığı gözlenmektedir. Dönemin büyük boyutlu medreseleri ise vezirler ve diğer devlet adamları tarafından yaptırılmıştır.
Selçuklular zamanında Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde peş peşe hastaneler kuruldu ve bu sağlık kurumlarında becerikli hekimler yetişerek görev yapmaya başladılar. Ayrıca her hastanenin yanı başında bir hamam bulunuyordu. Anılan sağlık kurumlarında genel olarak tedavi için ayrılan hasta odaları, doktor ve hastabakıcı odaları ve eczaneler bulunuyordu. Aynı zamanda Selçuklular zamanında akıl ve ruh hastalıklarının tedavisinde de önemli gelişmeler kaydedilmiştir.
Selçukluların önemli şehirlerinden ve hükümet merkezi olan Konya’da sağlık kurumları, insan hayatı ve sağlığı yönünden önem arz ettiğinden yöneticiler tarafından büyük destek görüyordu. Burada halka sağlık hizmeti veren Dâru Şifâ-i Alâî en önemli kurum olarak karşımıza çıkmaktadır. Burası çok sağlam bir yapıya sahipti; şehir surları dışında yer aldığı bildirilen bu sağlık merkezi halkın her kesimine hizmet veriyordu.
Tıp fakültesi ve hastaneyi aynı binada birleştirerek dünyada bir ilki teşkil eden, Anadolu Selçuklu hükümdarlarından meşhur II. Kılıç Arslan’ın kızı ve I. Gıyaseddin Keyhüsrev ’in kız kardeşi olan Gevher Nesibe Sultan’ın adına yaptırılan Gevher Nesibe Darüşşifası, Anadolu’ da yapılmış Selçuklu darüşşifaları ve medreseleri içinde en seçkin olanıdır. Bu darüşşifa halk arasında genellikle Gevher Nesibe Hatun Darüşşifası, Çifte veya İkiz Medreseler adıyla; ayrıca Kayseri Darüşşifası, Şifa Hatun Medresesi, Kayseri Tıbbiyesi, Gevher Nesibe Hastanesi, Darüşşifa Medresesi gibi farklı isimlerle de anılmaktadır. Yapı batıda şifahane ve doğuda medrese olmak üzere yan yana yapılmış iki blok halindedir. Şifahane kısmının batı tarafında akıl hastalıkları bölümü yer alırken, medrese kısmının kuzeydoğu köşesinde Gevher Nesibe’nin kümbeti yer alır. İki kapı üzerinde de kitabe bulunmaktayken bunlardan yalnızca şifahanenin üzerinde bulunan kitabe günümüze kadar gelmiştir.
Türkiye Selçuklu yönetimi, hastane ve diğer sosyal yardım kuruluşlarının yapımına da özel önem vermiştir. Örneğin bunun bir örneği 1205 yılında yapılmış olan Kayseri’deki Gevher Nesibe Hatun Hastanesidir. I. Keykavus tarafından yaptırılan Dar-üş Şifa, 100’den fazla dükkan ile sahip olduğu vakfiyesinin büyüklüğü ile dikkat çekicidir. Yine Konya’da I. Alaeddin Keykubat tarafından yaptırılan Dar’üşşifai Alai, 1228’de Divriği’de Behram Şah’ın kızı Turan Melek, Çankırı’da 1235’de Atabeg Ferruh, Amasya’da 1266’da Toruntay, Kastamonu’da 1272’de Pervaneoğlu Ali, 1275’de Tokat’da Muhinettin Pervane, 1308’de Amasya’da Sultan Olcaytu ve tarihi bilinmeyen Aksaray hastaneleri Selçukluların yaptığı en başta gelen hastaneler durumundadır.
İhtisas medreseleri, hizmetlerine göre; Dârü’l-Hadis, Dâru’t-Tıp ve Dâru’l-Kurra olarak üç grupta toplanmaktadır. Sivas’taki Çifte Minare Medresesi Dârü’l-Hadis iken Dâru’ş-şifâ Medresesi, isminden de anlaşıldığı üzere Dâru’t-Tıp grubundadır. Dâru’ş-Şifâ Medresesinde de tıp eğitimi ve tedavisi birlikte görülmektedir.
Dünyada kurulan ilk devlet üniversitesi özelliğindeki Nizamiye Medreseleri başka medreselerde öğrenim görmüş olanlar, bilgi ve görgülerini arttırmak için Nizamiye Medreselerine müracaat ederlerdi. Nizamiye Medreselerinin maddi olanakları ve hocalarının bilimdeki şöhretleri nedeniyle Azerbaycan, Tiflis, Yemen Mısır, Mağrip ve Endülüs’ten insanlar buralara gelerek bilim öğrenmişler, sonra memleketlerine dönerek Nizamiye misyonunu oralara taşımışlardır. Böylece, Selçuklu ülkesinde Pamir’den Mısır’a kadar bilimsel, öğrenim ve manevî birlik gerçekleştirildiği gibi, bilim insanları arasında kaynaşma da sağlanmıştır. Nizamülmük, en meşhur Selçuklu medresesini Bağdat’ta inşa ettirmiştir. Bu medresenin yapılabilmesi için çok miktarda paralar harcanmasının yanı sıra geliri için de çarşılar, hanlar, hamamlar ve çiftlikler vakfedilmiştir. Bundan sonra, Nizâmiye ekolüne uygun olarak Nişâbûr, Belh, Merv, Herat, Basra, Tus, Amul, Rey, Isfahan, Musul gibi yerlerde medreseler açılmış ve bu medreselerin yanına da çok sayıda değerli kitabın yer aldığı kütüphaneler yaptırılmıştır. Nizamiye Medreselerinin kurulması kütüphane ihtiyacını daha fazla arttırdığından dolayı, İslam dünyası topraklarında, içinde çok sayıda kitap bulunan kütüphaneler de yaygın hale gelmiştir. Selçuklu medeniyetinin geliştiği Anadolu toprakları da benzer şekilde kütüphane açısından zengin merkezlere sahipti.
Selçuklu uygarlığında tıbbın toplumsal boyutuna ve halk sağlığına özel bir önem verilmiş ve kurumsal yapılaşma ön plana çıkmıştır. Bu amaçla egemenlikleri altındaki her yerde sağlık kuruluşları, “Darüşşifalar kurulmuştur. Alparslan tarafından ilk olarak Nişabur’da, Melikşah Bağdat’ta, vezir Ahmed Kaşi tarafından Kâşan, Ebher, Zencan, Gence ve Erran’da hastaneler inşa edilmiştir. Selahaddin Eyyubi Kahire, Fustat ve Akka’da, Nureddin Zengi Halep ve Şam’da hastaneler yaptırmıştır. Bilim tarihi açısından çok önemli bir konu, İslam dünyasında devlet tarafından tesis edilen ilk resmi üniversiteler mahiyetindeki medreselerin ve tıp eğitiminin yapıldığı klinik ve tıp fakültesi niteliğindeki ilk hastanelerin, Selçuklular Dönemi’nde yaygın bir şekilde tesis edilip, bunların bir kısmının yapı olarak da bugüne kadar ulaşan bu türdeki en eski binalar olarak hâlâ ayakta durmalarıdır.
Sonuç
Selçuklu sultanlarının soy ve inanç farkı gözetmeden idare ettikleri milletlere karşı cömert, âdil ve hoşgörülü davranmaları, gayrimüslim halk ile olan ilişkilerinin daha rahat yürütülebilmesine vesile olmuştur. Aynı şekilde diğer Selçuklu devlet adamları da idare ettikleri bölgelerde halkın refah düzeyini yükseltebilmek için büyük bir çaba göstermişler ve bu sayede Selçuklu hâkimiyetinin daha da güçlenmesine destek olmuşlardır. Büyük Selçuklu Devleti’nin ünlü veziri Nizâmülmülk ise, halkın devletle bütünleşmesini sağlayan faaliyetlerin hayata geçirilmesinde önemli bir görev üstlenmiş medrese yapımı ve ikta sistemi gibi uygu lamaların devlet tarafından belirli bir disiplin içinde yürütülebilmesinde önemli emekler harcamıştır.
Selçuklularda medrese önemli bir yer işgal etmiş; eğitim, medrese teşkilatı sayesinde çoğu zaman mükemmel yürütülmüştür. Devlet, kurduğu bu medreseler sayesinde kendi bünyesinde çalışacak elemanlarının istediği nitelikte olmasını sağlamıştır. Ayrıca burs ve vakıflar sayesinde bir dereceye kadar herkese eğitim ve öğretim imkânı tanınmıştır. Türkiye Selçuklu döneminden günümüze kalan çok çeşitli yapı türü, yerleşik hayat kültürünü ispatlar niteliktedir. Göçebe olduğu iddia edilen bir toplumun, cami, mescit, kervansaray, hamam, medrese, tekke, zaviye, türbe, çeşme gibi yapıları inşa etmesini beklemek çok güç bir durumdur. Ancak Selçuklular ve özelde de Türkiye Selçukluları ilk fetihlerden sonra hemen, vatan kıldıkları bu coğrafyaları mamur kılmaya başlamışlardır. Anadolu Türk kültürünün önemli temel taşlarından birisi olan Selçuklu medreseleri de bu yapıtlardan başta gelenleridir. Selçuklu eğitim sistemi Batıda Avrupa’ya, Doğu Dünyasına ve Selçuklunun mirasçısı olan diğer devletlere yansımıştır. Avrupa’da tıp eğitiminde ve bilimlerin sınıflandırılmasında esas kabul edilen müfredat ayrıntıları Farabi’nin eserlerinin etkisiyle şekillenmiş, İbn Sina’ın el-Kânûn fi’t-tıb eseri en çok ve en uzun süre okunan ve okutulan eser olmuştur. Orta Çağ ve Rönesans döneminde Salerno, Montpellier, Paris gibi tıp fakültelerinde okutulan kitaplar, mezuniyet sınavı, Hipokrat andı, Selçuklular Dönemi’ndeki medreselerle Selçuklu hastanelerinin planları, sadece Avrupa’da değil, Doğu dünyasında ve Batı dünyasında tıbbı, tıp eğitimini ve hastane mimarisini etkilemiştir.
Selçuklularda Tıp Eğitimi ve Hastaneler
Kurdukları imparatorluğun, doğu ile batı arasındaki kervan yollarının üzerinde olduğunu bilen Selçukluların, bulaşıcı hastalıkların, sivil halk ve ordu için büyük tehlikesini düşünerek, henüz en başında, Tuğrul Bey ve Alp Arslan devirlerinde birer tıp merkezi niteliğinde hastaneler tesis etmeye başladıkları görülür. Selçuklular savaşlarda harap olmuş hastaneleri tamir ettirtmişler, ordu için seferlerde deve ile taşınan seyyar hastaneler kurmuşlardır. Malazgirt Zaferi’nden sonra Anadolu’ya yoğun Türk göçleri olmuş, kısa zamanda Türk yurdu olan bu toprakların ticari yolları barındırması sebebiyle Selçuklular zengin bir devlet oluşmuştur. Kervan yolları üzerinde nüfusları yüz bini aşan Kayseri, Sivas, Konya gibi şehirler önemli medeniyet merkezleri haline gelmiştir. Bu şehirler cami, hamam, medrese, imaret, darüşşifalarla donatılmıştır.
Sultan Melik şah devrinde Selçuk ordularında kırk adet, deve katarı ile nakledilebilen seyyar hastaneleri vardı. Nizâmülmülk’ün (1018-1092) inşa edilmesi için emek sarf ettiği yapıtların başında gerek siyasal, dinsel ve bilimsel gerekse sosyal anlamda devlet çıkarlarına oldukça mühim hizmetlerde bulunmuş olan medrese kurumu gelmektedir. O çağın üniversiteleri olan medreselerin kurulması, bu uygarlığın en önemli katkılarından biridir. Dünyada kurulan ilk devlet üniversitesi özelliğindeki Nizamiye Medreseleri kadı, hekim, müftü, nişancı, defterdar, müderris vb. gibi sivil nitelikte devlet memurlarının yetiştirilmesi amacıyla kurulmuştur. Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan devrinde tıp eğitimine de önem verilmiş, 11. yüzyılda kurulmaya başlanan tıp medreselerinde eğitim usta-çırak modeliyle yürütülmüştür.
Tıp eğitimi genellikle hastanede tatbiki olarak verilmekteydi. Hekimin etrafında toplanan öğrenciler, onun anlattıklarını dinleyip, hastalar ile kadavralar üzerinde yaptığı uygulamaları görerek hastalıkları tanıyor ve tedavileri konusunda bilgi ediniyorlardı. Daha sonraları medreselerde de tıp eğitimi verilmeğe başlandı. Bunun dışında özel tıp okulları kurularak buralarda bir yandan eğitim, diğer yandan da hastalara hizmet verilmeye başlandı.
Büyük Selçuklularda vakıflara bağlı olarak kurulan Selçuklu hastanelerine “bimaristan” adı verilmekteydi. Anadolu Selçuklularında bunun adı “Daru’s-şifa”ve “Daru’s -Sıhha” olmuştur. Bazı yerlerde bu görevi “Daru’l-Âfiye” adıyla bilinen hastaneler yapmaktaydı. Yine hastanelerde her çeşit yolcu ırk, din ve kimliğe bakılmaksızın tedavi edilmekteydi. Ayrıca akıl hastaları için “Tımarhane” adıyla bilinen yerler kurulmuş, insanların huzuru için her türlü tedbir alınmıştı. Bundan başka ordu içinde seyyar hastaneler bulunmaktaydı ki, bunlar 200 civarında bir deve katarının sırtında taşınabilmekteydi. Bu sosyal tesisler kurulmuş yaşlılar ve yetimler için bakımevleri bulunmaktaydı. Yaşlıların barındığı bu evlere “Daru’l-Aceze” yetimlerin kaldığı yerlere de “Daru’l-Eytam” adı verilmekteydi. Selçuklular tıbba çok önem vermişler, bir çok hastane yapmışlardır.
Dârü’ş-şifalar en çok Bîmâristan olarak isimlendirilmiştir. Bîmâristan kelimesinin kökünün ne olduğu konusunda iki farklı görüş bulunmaktadır. Birinci görüşe göre “mar” yılan demektir, maristan’da yılan evi, yılan yurdu demektir. Hastaya ise yılansız, şifasız anlamına gelen bîmâr denmektedir. Yılanın ilk çağlardan beri tıpta geniş ölçüde yararlanıldığı düşünülürse, bu görüş kabul edilebilir görünmektedir.
Horasan Selçuklu Hükümdarı Alpaslan Oğlu Melikşah babasının veziri Nizamül'mülk ile ilme ve tababete büyük hizmet etmişlerdir. Bağdat’taki medrese meşhurdur. Sultan Mehmed Bin Melikşah devrinde Selçuk ordularında kırk adet, deve katarı ile nakledilebilen seyyar hastaneler vardı. Her iki hükümdar zamanında da Horasan, İran, Azarbeycan ve Irak'da yaptırılan hastahâne ve imâretler aynı zamanda kıymetli birer sanat eseridirler. Bağdat’taki Adudî hastâhânesi bu devirde pek meşhurdur. Burası yüksek bir tıb okulu ve serîrîyâtıdır. Tıbbî konular tartışır, araştırmalar yapılırdı.
Türkler XI. yüzyıldan itibaren Anadolu'ya girmişler. Anadolu Selçukluları ve Anadolu beylikleriyle 200 yıl boyunca hükmetmişlerdir. Başlangıçta Büyük Selçuklu Devleti'nin batıya uzanan bir kolu gibi hareket etmişlerse de zamanla bağımsızlaşarak kendi kimliğini bulan Anadolu Selçukluları’nın tıbbında Türkler’ in Orta Asya’dan getirdiği bilgi birikimlerinin yanı sıra İslam medeniyetinin geliştirdiği tıp bilgisi esastı. Anadolu Selçuklularında ve Anadolu Beylikleri döneminde hekimler, muayenehanelerinde mesleklerini yapan o şehrin tanınmış hekimleri, orduda görev yapanlar, halkın kolaylıkla ulaşacağı serbest hekimler öncelikle hizmet veriyorlardı. Ayrıca sağlık konusunda cerrahlar, göz hekimleri, kırık, çıkık tedavi edenler, ilaç yapıp satanlar gibi farklı pek çok kimse de çalışıyordu. Hekimler genellikle medrese tahsili yaptıktan sonra tıbbı seçerlerse kendilerini bu konuda eğitiyorlardı. Tıp Eğitimi İslam medeniyeti döneminde ki medrese eğitiminin bir uzantısı idi. İslam dünyasında tıp eğitimi X. yüzyıllarda hastanelerde pratik eğitimle örgütlenmeye başlamış, XII ve XIII. daha da teşkilatlanarak medrese sistemi ile birleşmişti. X. Yüzyılda yaşayan ünlü hekim Ali b. Abbas el-Mecûsi tıp eğitimine başlayan öğrencilerin teptik bilgilerini eski tıp üstatlarının eserlerini öğrenmeleriyle başladığını söylemiş, hatta bu eserlerin ezberlenmesi gerektiğine işaret etmişti. Bunun sebebi, o dönemde tıp kitaplarına istedikleri her zaman ulaşamamaları ve kaybolmaları halinde hafızalarında kalması amacıyladır.
Anadolu Selçukluları döneminde böyle bir eğitim alıyorlardı. Tıp eğitimlerini geliştirmek için Bağdat, Şam, Mısır'a kadar gidip oradaki önemli hekimlerden eğitim alıyorlardı. Daha küçük yerleşim yerlerinde mesleklerini uygulayan serbest tabipler dükkânlarında çalışıyor, o konuyu öğrenmek isteyen çıraklarına pratik tıp eğitimlerini veriyorlardı. Çarşı ve pazarlarda, seyyar olarak tabiplik yapanlar, kendi mıntıkasında her kasabayı dolaşan tabipler de sağlık hizmeti veriyorlardı.
Anadolu Selçuklu döneminde, başkent Konya ile Kayseri ve Sivas kentlerinden günümüze ulaşan oldukça anıtsal boyutlarda medreseler ile darüşşifalar bulunmaktadır. Selçuklu sultanlarından I. Gıyaseddin Keyhüsrev, Kayseri’deki Gevher Nesibe Darüşşifası/Hastanesi ve Tıp Medresesi’ni, oğlu I. İzzeddin Keykavus ise Sivas’taki Keykavus Darüşşifası’nı inşa ettirmiştir. Selçuklu vezirlerinden Celaleddin Karatay, Konya Karatay, Sahip Ata Fahreddin Ali Sivas Gök Medrese, Sipehsalar/Ordu komutanı/Çaşniğir ve Atabeylik gibi görevlerde bulunan Şemseddin Altun Aba Konya Şemseddin Altun Aba, Lala Bedreddin Muslih ise Konya Sırçalı medreselerini yaptırmıştır. Buna göre darüşşifası/hastanesi olan medreselerin dönemin sultanı/hükümdarı, bir başka deyişle yöneticisi tarafından yaptırıldığı gözlenmektedir. Dönemin büyük boyutlu medreseleri ise vezirler ve diğer devlet adamları tarafından yaptırılmıştır.
Gevher Nesibe Tıbbiyesinde Ebû Bekir er-Razi ve İbn Sina tababetin yanında Abdül latif el-Bağdadi, Kutbüddin eş-Şirâzî, Ali Sivâsî gibi hekimlerin yazdığı kitaplarda okutulmuştur. Eski Yunan ve Roma devrinden birçok kitabın, özellikle Hipokrat ve Galen'in Arapça’ ya tercüme edilmiş eserleri ve onlara karşı yazılmış olan reddiye kitaplarının da okutulduğu bilinmektedir. Kayseri o zaman da Selçukluların bilim merkezidir.
Selçuklular zamanında Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde peş peşe hastaneler kuruldu ve bu sağlık kurumlarında becerikli hekimler yetişerek görev yapmaya başladılar. Ayrıca her hastanenin yanı başında bir hamam bulunuyordu. Anılan sağlık kurumlarında genel olarak tedavi için ayrılan hasta odaları, doktor ve hastabakıcı odaları ve eczaneler bulunuyordu. Aynı zamanda Selçuklular zamanında akıl ve ruh hastalıklarının tedavisinde de önemli gelişmeler kaydedilmiştir.
Selçukluların önemli şehirlerinden ve hükümet merkezi olan Konya’da sağlık kurumları, insan hayatı ve sağlığı yönünden önem arz ettiğinden yöneticiler tarafından büyük destek görüyordu. Burada halka sağlık hizmeti veren Dâru Şifâ-i Alâî en önemli kurum olarak karşımıza çıkmaktadır. Burası çok sağlam bir yapıya sahipti; şehir surları dışında yer aldığı bildirilen bu sağlık merkezi halkın her kesimine hizmet veriyordu.
Selçuklu hükümdarlarından meşhur II. Kılıç Arslan’ın kızı ve I. Gıyaseddin Keyhüsrev ’in kız kardeşi olan Gevher Nesibe Sultan’ın adına yaptırılan Gevher Nesibe Darüşşifası, Anadolu’ da yapılmış Selçuklu darüşşifaları ve medreseleri içinde en seçkin olanıdır. Bu darüşşifa halk arasında genellikle Gevher Nesibe Hatun Darüşşifası, Çifte veya İkiz Medreseler adıyla; ayrıca Kayseri Darüşşifası, Şifa Hatun Medresesi, Kayseri Tıbbiyesi, Gevher Nesibe Hastanesi, Darüşşifa Medresesi gibi farklı isimlerle de anılmaktadır. Yapı batıda şifahane ve doğuda medrese olmak üzere yan yana yapılmış iki blok halindedir. Şifahane kısmının batı tarafında akıl hastalıkları bölümü yer alırken, medrese kısmının kuzeydoğu köşesinde Gevher Nesibe’nin kümbeti yer alır. İki kapı üzerinde de kitabe bulunmaktayken bunlardan yalnızca şifahanenin üzerinde bulunan kitabe günümüze kadar gelmiştir.
Yine Konya’da I. Alaeddin Keykubat tarafından yaptırılan Dar’üşşifai Alai, 1228’de Divriği’de Behram Şah’ın kızı Turan Melek, Çankırı’da 1235’de Atabeg Ferruh, Amasya’da 1266’da Toruntay, Kastamonu’da 1272’de Pervaneoğlu Ali, 1275’de Tokat’da Muhinettin Pervane, 1308’de Amasya’da Sultan Olcaytu ve tarihi bilinmeyen Aksaray hastaneleri Selçukluların yaptığı en başta gelen hastaneler durumundadır.
İhtisas medreseleri, hizmetlerine göre; Dârü’l-Hadis, Dâru’t-Tıp ve Dâru’l-Kurra olarak üç grupta toplanmaktadır. Sivas’taki Çifte Minare Medresesi Dârü’l-Hadis iken Dâru’ş-şifâ Medresesi, isminden de anlaşıldığı üzere Dâru’t-Tıp grubundadır. Dâru’ş-Şifâ Medresesinde de tıp eğitimi ve tedavisi birlikte görülmektedir.
Selçuklularda kurumsal yapılaşma ön plana çıkmıştır. Bu amaçla egemenlikleri altındaki her yerde sağlık kuruluşları, “Darüşşifalar kurulmuştur. Alparslan tarafından ilk olarak Nişabur’da, Melikşah Bağdat’ta, vezir Ahmed Kaşi tarafından Kâşan, Ebher, Zencan, Gence ve Erran’da hastaneler inşa edilmiştir. Selahaddin Eyyubi Kahire, Fustat ve Akka’da, Nureddin Zengi Halep ve Şam’da hastaneler yaptırmıştır. Bilim tarihi açısından çok önemli bir konu, İslam dünyasında devlet tarafından tesis edilen ilk resmi üniversiteler mahiyetindeki medreselerin ve tıp eğitiminin yapıldığı klinik ve tıp fakültesi niteliğindeki ilk hastanelerin, Selçuklular Dönemi’nde yaygın bir şekilde tesis edilip, bunların bir kısmının yapı olarak da bugüne kadar ulaşan bu türdeki en eski binalar olarak hâlâ ayakta durmalarıdır.
Sonuç
Yüzyıllar boyunca Selçuklu ve Osmanlı coğrafyasında karşılıksız hizmetin abideleri olarak mektep, medrese, kervansaray, hamam, cami, aşevi gibi sayısız vakıf eserleri yaptırılmıştı. Temelini inancından alan iyilik mayasıyla yoğrulmuş Anadolu, baştan başa çeşitli şefkat abideleri ile donatılmıştı. Bunlardan birisi de şifahanelerdi. Döneminin hastane yapıları olan bu müesseselerden hangi din, dil, ırktan olursa olsun insanlar ücretsiz tedavi ediliyordu. Gelip geçen yolcu, tüccar, garip ve kimsesizler için yaptırılmış şifa evleriydi.
İslam medeniyetinin ilk dönemlerinden itibaren şekillenen darüşşifalar, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde de devam etmişti. Şifa evi, şifa kapısı, sıhhat yurdu, sağlık yurdu anlamına gelen şifahaneler, genellikle “darüşşifa” olarak anılmakla beraber tarihin çeşitli devirlerinde ve değişik coğrafyalarda bîmarhâne, maristan dârülmerza, dârülâfiye, dârüssıhha, şifâhane, bîmaristan, dârüttıp, şifaiyye, tımarhane olarak da adlandırılıyordu.
Dârüşşifalar genellikle sultanlar, padişahlar veya onların anneleri, kızları için büyük paralarla yaptırılırdı. Bu müesseselerin yaptırılmasına ki amaç “ Allah rızası için" ‘di. İslamiyet’ in en önemli kurallarından biri “insan”a hizmet olduğundan ve insana hizmet edenlerin sevap defterinin öldükten sonra da açık kaldığı inancı hastanelerin yaptırılmasında çok önemli bir amaçtı.
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde sultanlar ve devletin ileri gelenleri tarafından belli merkezlerde inşa edilen ve zengin vakıflarla desteklenen dârüşşifalar, bir hayır kurumu olarak devlete yük olmadan yüzyıllarca halkın sağlığına hizmet etmişlerdi. Avrupa’da hastaların manastır köşelerinde rahipler tarafından tedaviye çalışıldığı bir dönemde, İslam âleminde hastaneler, din farkı gözetmeksizin hizmet veren müesseseler olarak çalışmaktaydı.
Selçuklularda tıp eğitimi Türkçe yapılmış, ancak bu büyük imparatorluk, birçok badireler atlattığı için tıbbî müesseseler ve eserler dağılıp yok olmuştur. Bugün bu tıbbî eserlerin ve müesseselerin çok azını bilebilmekteyiz.. Selçuklu hastanelerindeki tedavi metotları devrin önde gelenlerindendi. Tıp öğrencileri öğrenim süreleri boyunca hastanelerde pratik yapma imkânına sahipti. Tesis edilen hastanelerde ve medreselerde pek çok Türk hekimi yetişmiştir. Hastaneler bir tür vakıf sistemi üzerine kurulmuştu
Teşekkür ederim.
Mihriban KAYA
İstanbul 2020
KAYNAKÇA
Keskinbora, Kadircan, Selçuklu Darüşşifalarında Tıp Eğitimi ve Dünyaya Olan Etkileri, Usmanbaş Ö, editör. İslam Tıbbı. Ankara: Türkiye Klinikleri; 2018. s.1-14.
Aydınoğlu, Yasemin, Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü, Selçuklularda Tıp Eğitimi ve Hastanelerin Avrupa Kültürüne Olan Etkileri, Konya 2009, s.1-4
Kayhan, Hüseyin, Selçuklular Devrinde Tıp Bilimi ve Hekimler Hakkında Notlar, s.156-157
Turan, Refik, Selçuklu Dönemi Türklerde Sosyal ve Ekonomik Hayat, s.37-38
Kemaloğlu, Muhammet, XI.-XIII. Yüzyıl Türkiye Selçuklu Devletinde Dârüşşifalar, Hikmet Yurdu, Düşünce Yorum Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi, Cilt 7, Sayı 13, 2014/1,s.289-301
Sargutan, Erdal, Selçuklularda Tıb ve Tıb Kuruluşları, s.315-316
Altınbaş, Ayten, Anadolu Selçukluları ve Osmanlılar’ da Tıp ve Darüşşifalar, İstanbul 2007, s. 24-26
Şaman Doğan, Nermin, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Ortaçağ’da Anadolu’nun Eğitim Mekânları: Selçuklu Medreseleri-Darüşşifalarından Örnekler, s.432
Kılıç, Abdullah, Gevher Nesibe Şifahanesi ve Tıp Medresesi, 2012, s.96
Bakır, Abdülhalik, Türk-İslam Dünyasının Geç Dönemlerinde Tıp Kültürü ve Çalışmaları, s.14-15
Dündar, Munis, Emekli, Rabia, Şener, Elif, Anadolu’daki Tıbbın Doğuşu, Dünyadaki İlk Tıp Okulu Olarak Gevher Nesibe Tıp Medresesi ve Darüşşifası, 2019, s.87
Balkanlı, Ali Osman, Selçuklu: Devletten İmparatorluğa Toplumsal ve Tarihsel Taban ve Gelişini, İstanbul 2015, s.41-42
Kaya, Abdullah, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Selçuklular Dönemi Sivas ‘ta İlmi Hayat ve İlim Adamları, 2008, s.221
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder