Kırım Savaşının Avrupa Tarihi açısından önemini işlediğim bu çalışma sonunda görülecektir ki, bu savaş aslında bir anlamda ilk modern dünya savaşı hükmünde gerçekleşen bir savaş niteliğindedir.Kırım Savaşı sonucunda Islahat Fermanı’nın hükümlerinin yer aldığı Paris Antlaşması'yla Avrupa Devletleri’nin gayrimüslim uyruk üzerinde bir nevi hak sahibi olmaları o ana kadar her devletin çıkarları doğrultusunda uyguladıkları Osmanlı Devleti’ni parçalama siyaseti olan Şark Meselesini müşterek bir müdahale haline getirmiştir. Kırım Savaşının o dönemin uluslararası ilişkileri açısından başlıca önemi arasında gerek Avusturya gerekse Rusya’yı zayıflatmasıdır. 1815 Barış Düzenlemesinin en koyu savunucularından Avusturya ve Rusya’nın zayıflaması ise İtalyan ve Alman Birliğinin kurulmasına sebep olmuştur.
Aslında bu savaş ile birlikte Sıcak Denizlere İnme Politikası ile Güneye inmek isteyen Rusların, Osmanlı Devleti ve Avrupa Devletleri tarafından önüne set çekilmiştir. Yani Rusya’ya karşı Avrupalı Devletler bir ittifak oluşturmuştur. Avrupa’da ki güçler dengesi bir bakıma düzenlenmiş gibi görünür. Avrupa Devletleri bu anlaşmayla tek taraflı bozulmak istenen Avrupa güçler dengesini yeniden kurmuştur. Osmanlı Devleti savaştan önce ki sınırlarına kavuşmuş ve Rusya’nın 18. Yüzyıldan beri sağladığı bazı hakları kötüye kullanması ve Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışmasından kesinlikle men edilmiş olacaktır.
Çalışmamı diplomatik ilişkiler, yapılan ıslahatlar, askerî faaliyetler, savaş- ekonomi ve iskan olmak üzere beş başlık altında anlatmaya çalıştım: savaşın başlangıcına kadar gerçekleşmiş olan diplomasi, sorunu savaşsız bir şekilde halledebilmek amacıyla müttefiklerin kendi hukukuna zarar vermeyecek biçimde gerçekleştirmiş oldukları ıslahatlar, savaşın safhaları ve Rus ordu ve donanmalarının Eflak-Boğdan Karadeniz, Kırımda ki faaliyetlerine karşı müttefiklerin almış olduğu önlemler ve harekâtlar, Osmanlı maliyesinin Kırım Savaşının getirmiş olduğu yükler karşında tarihinde ilk defa gerçekleştirmek zorunda kaldığı dış borç alımı ve buna bağlı olarak Osmanlı tebaasında din, ve ırk ayrımı yapılmaksızın Osmanlı Devleti yanında nasıl kenetlendiğine şahit olacaksınız.
Dünya tarihinin en dramatik olaylarından olan göç, Kırım Savaşı ile birlikte Osmanlı Devleti’nin göç ve göçmen sorunuyla tanıştığı ilk savaş olma özelliğine sahiptir. Paris Antlaşması'nda “Savaş sırasında müttefiklerle birlikte hareket etmiş olsalar bile, Rus topraklarında yaşayan vatandaşlara karşı bir harekete girişilmeyeceğine” dair özel bir hükme rağmen akıbetlerinden endişe duyan Kırım Türkleri tarafından Osmanlı topraklarına bir göç yaşanmıştır.
Bu çalışma sonunda hedef; savaşa giden süreçte Kutsal Yerler Meselesi ve Balkanlarda kurulmak istenen yeni yapının Osmanlı Devletinin Avrupalı Devletler tarafından kesinlikle kabul edilmediği ve Paris Anlaşması ile Avrupa’da yeni bir denge kurulmasının Avrupa Tarihi açısından öneminin daha iyi anlaşılmasını sağlamaktır.
Çalışma boyunca en çok 19.Yüzyıl Siyasi Tarihi adlı eser olmak üzere döneme ait ana kaynakları, araştırma eserleri, makaleler ve kıymetli hocam sayın Prof. Dr. Orhan YAZICI' nın bilgi ve birikiminden yoğun bir şekilde istifade ettim. Fakat eserde ki ilgili kısımlarda bu çalışmanın muhtevasını çok aşan ayrıntıya girmekten kaçındım. İlgili kısımlarla ilgili geniş bilgi için yine yeri geldikçe dipnotlarda belirtilen sayfalardan ulaşılabilir.
Kırım Harbinin Avrupa Tarihi Açısından Önemi
Savaştan önce ki dönemde bir takım diplomatik ilişkiler kurulmuştur. Bunlar arasında Kutsal Yerler Meselesi, Kırım Savaşının önemli sebepleri arasındadır. Osmanlı Devleti Ortodoks Kilisesinin başı bulunan Rum Patriğinin başkenti olan İstanbul’u fethettiği günden başlayarak Kutsal Yerler Meselesini de miras aldı.
19. Yüzyılın başlarından beri Osmanlı Devleti Fransa, İngiltere, Rusya ile birbirleriyle ittifak ederek bir denge yürütmeye çalışmıştır. Avrupalı Devletlerin, Osmanlı Toprakları üzerinde eskiden beri kendi menfaatleri doğrultusunda emelleri bulunmaktadır. Kutsal Yerler Meselesi, Kırım Harbinin en önemli sebepleri arasındadır. Kutsal Yerler Meselesi üç kutsal din anlamında Hristiyanlık, Musevilik ve Müslümanlık için önemlidir. Kudüs'teki Ortodokslara da bir takım ayrıcalıklar tanınmıştı.
Hatta, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması'nın 7. maddesiyle, Rusya, Osmanlı İmparatorluğundaki Ortodokslar konusunda söz sahibi oluyor ve 14. maddesiyle de, Rusya'nın İstanbul'da bir Ortodoks kilisesi yaptırma hakkı kabul ediliyordu. 8. maddeye göre de, Rus hacıları Kudüs'teki Kutsal Yerleri serbest bir şekilde ziyaret edebileceklerdi.
Rusya, özellikle II. Katerina (1762-1796) döneminden beri, en kısa zamanda Boğazları ele geçirmek, Balkanlara ve Kafkaslara sahip olarak Ege Denizi yolu ile Akdeniz'e ve Doğu Anadolu yolu ile bir taraftan İskenderun Körfezi'ne diğer taraftan Basra Körfezi'ne inmeyi ve bir dünya devleti olmayı amaç alan bir politikayı uygulamaya çalışıyordu. Rusya bu emellerini gerçekleştirmek için, önce Müslümanlara karşı Hristiyanları korumak bahanesiyle, Osmanlı Devleti üzerinde nüfuz kurmak için bir koruyuculuk yolunu seçmiştir.
Bu ise, Osmanlı İmparatorluğu'nu yavaş yavaş parçalamak tehdidi altında bulundurmak demekti. Nitekim 1774 Küçük kaynarca Antlaşması ile bu yolda oldukça önemli kazançlar sağlamış bulunuyordu. Dönemin Çarı I. Nikolay (1825-55), Rus halkına ve Rusya’nın işgal ettiği Eflâk ve Boğdan halklarına hitap eden manifestosunda, işgal nedenini Ortodoksların haklarını korumak olarak açıkladı. “Osmanlı Devleti 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile vaat edilen Ortodoks haklarını geçersiz kıldığından Rusya Babı-Âli’ye gözdağı vermek için adı geçen Tuna vilâyetlerini işgal etti. Eğer Osmanlı Devleti inatçılığını ve körlüğünü devam ettirirse, Tanrı’nın yardımına sığınan Rusya, Ortodoks inançları ve hakları için savaşacaktır” dedi.
Rusların taaruzlarının başlamasından sonra Osmanlı Kuvvetleri Tuna'nın Kuzeyine geçerek Kolas'ı ele geçirip buraya saldıracak olan Rusları geri püskürmüştür. 17 Kasım 1853’de Oltenitza Savaşında Türk Orduları Oltenitza da ki sahada bir kaç defa Rusları başarılı bir şekilde mağlup ederek burada ki neticeyi lehlerine çevirmişlerdir. Türkler Kalafat'ı ele geçirerek Ruslara ciddi bir taaruzda bulunmuş burada bir çok Rus askeri esir edilmiş bir takım Rus mühimmatı da ele geçirilmiştir.
III. Napolyon iktidara geldikten sonra Kutsal Yerler Meselesine önem vermeye başlamıştır. Bunun sebebi kendi ülkesinde özellikle Ruhban sınıfının yardımlarını almak düşüncesidir. Bu nedenle bu politikayı uygun görmüştür.
1848 yılında Fransa'nın başına gelen Louis Napolyon iktidarını içeride güçlendirmek için bu meseleden faydalanmak istemiştir. Bu nedenle Katolik partisinin desteğine ve yardımına ihtiyacı bulunmaktadır. Bunun için de Osmanlı Devleti ne zaman zaman bir takım diplomatik taleplerde bulunmuş ve bu talepler bir takım anlaşmalar çerçevesinde yürütülmüştür.
Kırım Savaşı, hangi açıdan ele alınırsa alınsın XIX. asrın ikinci yarısı itibariyle devrin büyük güçleri olan İngiltere, Fransa ve Rusya arasındaki çıkar çatışmasıdır. Savaşı başlatan Rusya, Osmanlı’ya karşıymış gibi görünüp kutsal yerler gibi göstermelik bazı meseleleri ortaya koyarken, İngiltere, nihai hedefin kendisi olduğunu fark etmiştir. Nitekim o dönemdeki diplomasi arenasında meydana gelen gelişmelere bakıldığında bu durumun ne kadar açık bir şekilde tezahür ettiği de ortadadır.
Çar Nikola’nın iktidarı ele geçirmesinden sonra Rusların politikalarını Orta Doğu’ya doğru çevirmesi dikkat çeker. Böylece Rusların bu mesele üzerine dikkat çekmeleri bir anda Kutsal Yerler üzerinde Avrupalı Devletlerin kendi politikalarını gerçekleştirmek için bir mesele haline gelmiştir. Asıl maksat Rusların, Fransızların, İngilizlerin Akdeniz'de ve Suriye Coğrafyasında ki menfaatlerini kendi istikametinde yönlendirmek için bu meseleyi bir sebep olarak kabul edip Osmanlı üzerinde ki emellerini gerçekleştirmek için vasıta olarak kullanmaktır.
Osmanlı Devleti'nin, kutsal yerler sorununda, Fransa'yı haklı gören Komisyon'un kararlarını kabul ederek 8 Şubat 1852 fermanını yayınlaması, "Kutsal Yerler Muharebesi’nin Fransa'nın zafer ile sonuçlanması demekti. Bu ise Çar Nikola'yı çok derinden yaraladı. Bu sebeple, Türkiye üzerinde harekete geçmeden önce İngiltere'yi de yanına alıp, Osmanlı Devleti'ni önemli bir destekten yoksun bırakmak istedi. Ayrıca, 1852 Aralık ayında güney Rusya'da kolorduluk bir kuvvetin hazırlanmasını emrettiği gibi, Karadeniz donanmasına da eksikliklerini tamamlaması emrini verdi.
Ruslar böyle bir düşünce ile Prens Mençikof’u İstanbul'a gönderilmiştir. Bunun nedeni aslında Osmanlı Devleti’ni politikalarına uygun olarak yapılacak olan bir müdahalenin kapısını aralamaktır. Osmanlı Devleti hem Ortodokslara hem Katoliklere hem Protestanlara onların talepleri doğrultusunda çeşitli hizmetlerin yürütülmesinde fırsat ve imkan vermekteydi. Ancak zaman zaman çeşitli iç sebeplerle dengelerin bozulmasını kendi lehine kurtarmak istemiştir. Bu hadiseler içinde her hangi bir sebebi fırsat olarak kullanmaktan da geri durmamışlardır. İstanbul'a gelen Mençikof Osmanlı Devleti’nin nasıl bir politika izleyeceğine dair bir takım gelişmeleri de yakından takip etmiştir. Bu sırada Fransa ve İngiltere elçileri İstanbul’a atar. Osmanlı Devleti bu elçilerin de görüşünü alarak Rusya’ya karşı bir takım politikalar geliştirmek istemiştir
Bu sebeple, uzun yıllardan beri İngiltere'nin İstanbul elçiliğini yapan ve Bâbıâli üzerinde etkisi büyük olan Lord Stratford de Redcliffe, Bâbıâliye, Mençikof tekliflerinin kabulünü tavsiye etti. Gerçekten, 4 Mayısta çıkarılan bir fermanla Ortodoksların Kutsal Yerler üzerindeki hak ve yetkileri teyid edilirken, bir başka fermanla da, Ortodoksların ve Katoliklerin yetkilerinin belirtilmesi ile bir çözüme gidildi.
Mençikof'un İlk talebi Hıristiyanları himaye hakkının Rusya’ya verilmesi oldu. Mençikof ilk önce sözlü olarak Bâbıâli'den şu isteklerde bulundu: Rum Ortodoks kilisesinin Kutsal Yerler sorunundaki isteklerinin kabulü ile, Ortodoks tebaanın Rusya tarafından "korunmasına" (himaye) dair bir anlaşma yapılması. Mençikof, bu isteklerin muhakkak bir "antlaşma" ile kabulüne gerek olmadığını, bir Sened ile de yetinilebileceğini söyledi. Bâbıâli bu istekleri alınca, İngiliz ve Fransız elçilerine danıştı. Bu sırada, yani Mençikof İstanbul'a gelmesi üzerine, hem İngiltere ve hem de Fransa telâşlanmışlar; fakat Fransa İngiltere'den daha ileri giderek, Çanakkale önlerine bir donanma göndermeye kalkmıştı. Fransa, bir yıl önce Kutsal Yerler sorunu patlak verdiğinde de aynı şeyi yapmış ve bu da Rusya'nın büsbütün sinirlenmesine sebep olmuştu. Bundan dolayı, İngiltere, Fransa’nın Kutsal Yerler sorunu gibi küçük bir anlaşmazlıktan bir kriz çıkarmasını onaylamıyordu. Bu sebeple, İngiltere'nin Paris elçisi Cowley, Fransa Dışişleri Bakanı Drouyn de Lhuys'ye "Osmanlı İmparatorluğu'nun bağımsızlığı tehlikeye uğrarsa, bu sırf Fransa'nın hatası yüzünden olacaktır.” diyordu.
Prens, Ortodoks tebaanın haklarını korumaktan çok Osmanlı Devleti ile bir saldırı ve savunma antlaşması yapmak suretiyle 1833 Hünkar İskelesi Antlaşması’nın yenilenip 1841 Londra Boğazlar Sözleşmesi’nin hükümlerini ortadan kaldırarak boğazların statüsünü kendi lehlerine olarak tekrar düzenlemek niyetinde olduklarını ifade etmişti. Kısaca, Osmanlı devleti bir başka devlete hücum etmek isterse veya başka bir devlet tarafından hücuma uğrarsa Rusya bütün kuvvetleriyle yardım edecekti. Karşılığında ise 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’nda bahsi geçen Hıristiyan tebaanın himaye hakkının -Rusya’nın yorumu- resmen Rus Çarı’na verilmesini istemişti. Ayrıca bu bilginin gizli tutulmasını, İngiltere elçiliğinin haberi olursa o dakika heyetini İstanbul’dan çekeceği tehdidini savurmuştu. Fakat bu haber yine de İngiltere elçiliğine bildirilmiştir.
Meselenin duyulması üzerine İngiltere ve Fransa elçilerini İstanbul'a atar. Bu elçilerin aslında meselenin siyasi bir çatışmaya dönüşmeden bir takım ön görüşmeleri ve bir takım kararları da almak için görevlendirilmiştir. Fransa ile İngiltere’nin almış olduğu bu teklifler eskiden beri Ortodoksların Koruyucusu sıfatına sahip olduğu için Ruslar tarafından kabul edilmemiştir. Bu durum Fransa, İngiltere’nin bu konuda ki kaygılarını arttırmıştır. Özelikle Lord Stratford, Prens Mençikof’un taleplerinin reddedilmesine hak veriyordu. Aksi takdirde Padişahın 12 milyonluk Ortodoks tebaası üzerindeki hükümranlık hakları, Osmanlı Devleti’nin geleceği için çok önemli sonuçlar doğurabilecek bir taviz şeklinde Çar’a teslim edilmiş olacaktı. Ona göre, artık mesele Kutsal Yerler Meselesi veya Rumlar ile Latinler arasındaki mezhep meselesi de değildir; bütün Avrupa’yı ilgilendiren Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğü ve bağımsızlığının korunması meselesidir.
Osmanlı Devleti bu olaylar karşısında mümkün olduğu kadar meseleyi savaşa dönüştürmeden halletmek istemiştir. Fransa, İngiltere ve Rusya ile gönderdiği elçilerle anlaşma yoluna gitmiştir. Fakat Ruslar, Osmanlı Devletine savaş açmak için bu meseleyi bir bahane olarak görmüştür.
Savaşı önlemek maksadıyla Avrupalı Devletler, Viyana Kongresi düzenlemişlerdir. Bu amaçla Çar, Eflak ve Boğdanı işgal etmek istemiş ancak Avusturya, Rusya'nın Eflak ve Boğdan’ı işgal etmek istemesiyle başta bu bölge olmak üzere Balkanlar'da Slav nüfusunun artacağını düşünerek Rusların yapmış olduğu teklifleri olumlu bulmamıştır. İngiltere ve Fransa ise bu meseleyle alakalı olarak daha önce almış oldukları teklifleri, Viyana Görüşmelerinin kararlarını Rusya’ya iletmiştir. Rusya ise Viyana Görüşmelerinde alinmiş olan kararların kendi lehine olmadığını düşünerek Viyana Görüşmeleri sonucu alınan kararları da kabul etmeyecektir.
Tüm bunlar düşünüldüğünde artık Rusya ile bir sulh antlaşması yapılması yerine devletin şan ve namusuna yakışır şekilde toprak bütünlüğü ve istiklalini korumak için müttefikleriyle yeni bir ittifak antlaşması yapmağa gayret edilmelidir. Osmanlı Devleti her nasıl olursa olsun Rusya’ya bir teminat vermemelidir. Osmanlı Devleti’nin sulh için tek şartı mezhep imtiyazatı lafının tamamen ortadan kaldırılmasıdır. Bunlar kabul edilmediği takdirde tek çıkar yol Rusya’ya savaş ilan etmektir.
Rusya’nın Eflak ve Boğdan’a bir anda asker çıkarması savaşın başlamasına sebep olmuştur. Ruslar, Eflak ve Boğdana geçerek Tuna'nın Kuzeyinde ki Osmanlı Topraklarına saldırınca Osmanlı Devleti bir süredir Balkanlarda ve Tuna havalisinde, Kafkaslarda bir takım tedbirler almıştır. Bu tedbirlerle Rus ileri harekatını durdurmak için gayret etmiştir.
Karşılıklı talepler ve istekler arasında Osmanlı Devleti 4 Ekim’de savaş ilan ederek iki hafta içinde Memleketeyn’in tahliye edilmesine dair Rusya’ya bir nota verdi. 23 Ekim 1853’de ise Tuna kıyılarında, birkaç hafta sonra da Batum civarında Rus kuvvetleri ile Osmanlı kuvvetleri arasında çatışmalar başlamıştır.
Memleketeyn’in işgalinden sonra geçen 3 aylık süre zarfında seferberlik ilan edilerek büyük bir harp hazırlığına girişilmişti. Buna dair çıkarılan Hatt-ı Hümayunda gerekli hazırlıkların yapılmasına herkesin itina ve dikkat göstermesi istenmiş ve Edirne yapılacak hazırlıklar için merkez tayin edilmişti
Osmanlı Devleti Kafkas Cephesinde Ruslara karşı biraz daha güçlü bir müdafaa oluşturmak istemesine rağmen burada ki şart ve imkanlar buna yetmemiştir. Bu nedenle Osmanlı Devleti daha savaşın başında ordusunu ikiye ayırması sebebiyle zayıf kalmıştır. Fakat daha öncesinde Rusların faaliyetlerine karşı önemli tedbirler alınmış bu tedbirler sonucunda Rusların ileri harekatı Kafkasya Cephesinde zayıflatılmıştır.
Bu arada Avrupalı Devletler özellikle İngiltere ve Fransa Çanakkale Boğazına donanmaları ile gelerek Osmanlı Devletine yardım etmek istediklerini söylemiş ve Osmanlı Devleti Padişahın izniyle donanmalarını İstanbul üzerinden geçilerek burada Rusların Karadeniz'de yapabileceği donanma faaliyetleri ve savaşlarına destek olmayı düşünmüştür. Osmanlı Devleti, İngiltere ve Fransa’nın bu yardım tekliflerini bir süre bekledikten sonra kabul etmiştir. Bunun sebebi Sinop vakasıdır. Ruslar Sinop'ta bulunan Osmanlı donanmasını haber almıştır. Ve bu donanmaya bir baskın düzenlerler.
Ruslar bölgede bulunan Türk donanmasına baskın yaparak donamayı imha etmişlerdir. Bu durum çok ciddi sonuçlara neden olmuştur. Osmanlı Devleti Kafkas Cephesi için yeteri kadar mühimmat gösterememiştir bu da Kafkasya Cephesinin zayıf kalmasının nedenlerinden biridir. Sinop Meselesi, Avrupa Devletlerini Osmanlı Devletinin yanında savaşa girmeleri için önemli bir sebep olmuştur.
İngiltere ve Fransa donanmalarını müştereken Boğazları geçerek İstanbul'a gelmiş ve buradan da Sivas Topol'a yönelmiştir. Müttefiklerin başlıca amacı Sivastopol'ü almaktı. Lâkin Rusya'nın kış şartları ve bir takım bulaşıcı hastalıklar, müttefik ordusuna ilk darbeleri indirdi. Ruslarla savaşacak yerde, binlerce subay ve er hastalıkla savaşmak zorunda kaldılar.
Müttefikler 1855 yılı ilkbaharında 140.000 kişilik bir kuvveti daha Kırım'a gönderdiler. Stratejik bazı yerler ele geçirildi ve bundan sonra Sivastopol, yoğun topçu ateşine tutuldu. Rusların günlük asker kaybı 1.000 kişiye varmaktaydı. Eylülün ilk haftasında Malakof tabyası tümü ile ele geçirilince, müttefikler de 10 Eylül 1855 de Sivastopol' a girdiler. Şehir harabe halindeydi. İngilizlerin ilk işi Sivastopol' da ki tersaneyi, limanı ve dokları tahrip etmek oldu. Bu sırada, Osmanlı kuvvetleri komutanı kesin bir yenilgiye uğrattı. Yalnız bu arada Ruslar Kars'ı işgal etmişlerdi. Kırım savaşı bu suretle sona eriyordu.
Sivastopol muharebelerinin giderek şiddetini arttırması karşısında bu sefer İngiltere harekete geçti ve Piyemonte'den asker istedi. Bunu, Avusturya da destekledi. Avusturya'nın hesabı, bu yardım sonucu Piyemonte'nin askerî gücü zayıflayacağından, bir süre Avusturya'nın başına dert olmayacağı idi.
Fransa ise, şimdi Piyemonte'nin yardımına çok daha hevesliydi. Çünkü, III. Napolyon, Kırım muharebelerinin giderek şiddetlenmesi karşısında, müttefikler Rusya karşısında parlak bir zafer elde edemezlerse, tahtını kaybetmekten korkuyordu. Sonunda, Piyemonte (Sardunya) ile İngiltere ve Fransa arasında 26 Ocak 1855’de imzalanan bir "Sened" ile, Piyemonte, 10 Nisan 1854 tarihli İngiliz-Fransız ittifakına katıldı. Yani İngiliz-Fransız ittifakının bütün hükümleri Piyemonte için de geçerli olacaktı. Bunun üzerine Piyemonte Kırım'a 15.000 kişilik bir kuvvet gönderdi. Piyemonte bundan sonra 15 Mart 1855'de Osmanlı Devlet ile de bir ittifak imzaladı. Bu ittifak ile, Osmanlı Devleti, kendi topraklarında, İngiltere ve Fransız kuvvetlerine tanıdığı bütün ayrıcalıkları ve imkânları Piyemonteye de sağlıyordu.
Aslında Savaşın Kırım’a kaydırılmasında, Rusya’nın Boğazları zorlayabilecek, Akdeniz’e inmesini gerçekleştirebilecek kara ve deniz kuvvetlerinin üstlendiği önemli bir yer olması yatmaktadır. Buradaki kuvvetlerin, donanmanın ve tersanenin yok edilmesi veya etkisiz hale getirilmesi, Rusya’yı barışa mecbur edebileceği gibi, güneye doğru gelişecek Rus yayılmasını da önleyebilirdi. Bu ise, Osmanlı Devleti ile birlikte Avrupa Devletlerinin çıkarına idi. Bu nedenlerden, 13 Eylül 1854’te Müttefikler, Kırım'a, asker çıkararak, savaşı burada sürdürdüler. Bu sıralarda ise Ruslar, Kafkas Cephesinde bazı başarılar kazanarak Doğu Beyazıt’ ı ele geçirdiler.
Kırım’a çıkan Müttefiklerin hedefi, öncelikle Ruslara Karadeniz egemenliği sağlamakta önemli bir liman olan Sivastopol' u ele geçirmekti. Bunun için şehir kuşatıldı. Ruslar bu kuşatmayı yarmak için çok uğraştılar fakat başarı sağlayamadılar. Müttefiklerde kesin bir sonuca ulaşamadılar. Bunun için daha çok askere ihtiyaç vardı. Bu durumda, Avusturya ve Prusya'yı da savaşa sokmak istediler. Fakat bütün uğraşmalarına rağmen bunu başaramadılar. Bu arada, 3 Şubat 1855’te Kırım'daki askerlerin kullanılmasıyla ilgili olarak, Osmanlı Devleti- İngiltere Askeri Sözleşmesi imzalandı.
2 Mart 1855’de I. Nikola ölmüş onun yerine II. Alexandra Rusların başına geçmiştir. Çar II. Alexandra durumun ciddiyetinin farkındadır ve Nikola gibi savaşın devam etmesinden bir fayda girmemiştir. Rusya’nın II. Alexandra ile başlayan çekingen tavrı, Osmanlı Devleti müttefikler arası bir ithilafın bu zamana denk gelmesiyle diplomatik görüşmeler için fırsat çıkmıştır. Rusların bu tavırlarına karşın İngiltere ve Fransa arasında bir ithilaf ortaya çıkmıştır.
Bir süre sonra müttefikler, 9 Eylül' de 1855'de Sivastopol'ü ele geçirdiler. Bu sıralarda da Ruslar, Kafkasya'da bazı başarılar kazandılar ve 27 Kasım 1855'te Kars'a girdiler. Bununla beraber Rusların artık savaşa devam edecek halleri kalmamıştı. Bu nedenle de, barışın yapılması için, girişimlerde bulunmaya başladılar.
Fransa, savaşın bitirilmesi gerektiği noktasındadır. İngiltere savaşın sürdürülmesi gerektiğini düşünmektedir. Bu bakımdan müttefik kuvvetler kendi aralarında bir takım görüşmeler yapmıştır. Bu görüşmelere Avusturya da katılmıştır. Avusturya Rusya'ya telif sunmuştur, teklif şu şekildedir:
Rusya’nın Eflak ve Boğdan üzerinden isteklerinden vazgeçmesi ve burayı Avrupa Devletlerinin garantisi altına bırakmasıdır. Tuna Nehrinin ulaşım için bütün Avrupa Devletlerinin katılacağı bir rejim tarafından yönetilmesi, Karadeniz’in tarafsız hale getirilmesi, Osmanlı Devleti sınırları içerisinde bütün Hristiyan ve Müslümanlara Avrupa garantisi altında yeni haklar verilmesidir.
Her şeyden evvel 1856 Paris Antlaşması 1815 Viyana Kongresi’nden sonra bozulan Avrupa güçler dengesini yeni baştan düzenleyen bir belgedir. Avrupa devletleri bu antlaşmayla Rusya’nın daha önceki tarihlerde kendi lehine bozmaya çalıştığı Avrupa güçler dengesini, Osmanlı Devleti’ni de yanlarına alarak, kurmayı amaçlamışlardı.
Osmanlı Devleti, bir süredir savaş hazırlıkları yapmaktadır. Bu arada Paris'te bir Barış Görüşmeleri düzenlenecektir. Bu görüşmeler Rusya’ya sunulan tekliflerin Rusya tarafından kabul edilmesi, Osmanlı Devleti’nin de bir bakıma kabul etmek mecburiyetinde kalmasıyla barış görüşmelerinin diplomatik olarak sürdürülmesi kolaylaşır. Kırım Savaşı, Rusya'nın geleneksel "güneye inme" siyasetini gerçekleştirmek üzere harekete geçmesiyle başlamıştır. Ancak bu devletin yarattığı tehlike, diğer Avrupa büyük devletlerinin de çıkarlarına dokunmuştur. Bu nedenle, bunlar Osmanlı Devleti ile birleşerek, âdeta Rusya'ya karşı bir Avrupa bloku meydana getirmişlerdir. Yapılan savaşta Rusya yenilmiş ve sonuçta 1856 Paris Antlaşması imzalanmıştır.
30 Mart 1856 bir anlaşma yapılmıştır. 34 maddeden oluşan Paris Barış Antlaşması'ının bazı maddeleri önemlidir. Fransa Dışişleri Bakanı Kont Valevski (Walewski)'nin başkanlığını yaptığı Kongre, 1815 Viyana Kongresi'nden sonra Avrupa devletleri arasındaki dengeyi etkileyen en önemli kongrelerden birisiydi. Kongrenin diğer bir özelliği ve önemi ise, toplantıya Osmanlı Devleti'nin davet üzerine katılmasıyla, bu kongreye kadar yalnız Hıristiyan devletlere dayandırılmış ve onlarla sınırlandırılmış bulunan Avrupa sisteminin, bu tarihten itibaren, hiç olmazsa şeklen, Hıristiyan topluluğun sınırları dışına taşınlmış olmasıydı.
Avrupalı Devletlerin Rusya’ya sunmuş oldukları maddeler Osmanlı Devletinin de çok hoşuna gitmemiştir. Mesela, Karadeniz’in tarafsız hale getirilmesi bir galip devletin pek de menfaatlerine uygun değildir. Tuna Nehrinde ki seyir seferinin düzenlenmesi ile ilgili ve diğer bazı maddeler Osmanlı Devletinin ve Rusya’nın hoşuna gitmemiştir.
Bu suretle Rusya’nın güneye inme politikası önlenmiş oluyordu. Bu ise, bundan böyle Rusya’nın daha çok Doğu Politikasına önem vermesine ve Asya'da genişleme hareketini hızlandırılmasına yol açmıştır.
Bu anlaşmanın arkasından Osmanlı Devleti, Fransa, İngiltere, Piomente, Avusturya ve Rusya devletleri arasında barışın yapılacağı belirtilmiştir. Adı geçen devletlerin barış yapılmadığında; Harp esnasında zapt ettikleri arazileri derhal tahliye barışı yapılması ardından işgal etmiş oldukları topraklardan vazgeçeceklerdir. Kars şehri ve kalesi Rus askerleri tarafından işgal olunan topraklar olarak Osmanlı Devletine geri verilecektir. Müttefiklerde Sivas Topol' da işgal ettikleri arazileri terk edecektir. Savaş suçlularına genel af ilan edilecektir. Karşılıklı olarak esirler iade edilecektir.
Avrupa Devletleri, Osmanlı Devleti’nin Avrupa Hukukuna ve haklarından yararlanmasını kabul ediyorlardı. Osmanlı Devleti Avrupa Hukukunun içine dahil edilmiştir.
Osmanlı Devleti’nin 28 Şubat 1856’da ilan ettiği Islahat Fermanı, Avrupa Devletleri tarafından memnuniyetle karşılanır. Ancak bu fermanın anlaşmayı imzalayan hiç bir devletin Osmanlı Devletinin iç işlerine karışma hakkı vermediği açıkça belirtilmiştir. 1841 yılında yapılan Boğazlar Sözleşmesi'nin devam etmesi kararı alındı. Karadeniz'de tarafsız olarak kalacak bu yerde savaş gemileri bulunmayacak, Karadeniz kıyısında tersanelerde bulunacaktır. Osmanlı Devleti Paris Anlaşmasıyla bir takım menfaat ve haklar elde etmiş bununla beraber hakları bakımından hoşuna gitmeyecek sonuçlar doğurmuştur.
Kırım ve Paris Anlaşmasının Sonucunda, aslında bu savaş Güneye inmek isteyen Rusların sıcak denizlere inme politikasının, Osmanlı Devleti ve Avrupa Devletleri tarafından önüne engel çıkarılmış, set çekilmiştir. Yani Rusya’ya karşı Avrupalı Devletler bir ittifak oluşturmuştur. Avrupa’da ki güçler dengesi bir bakıma düzenlenmiş görünüyor. Çünkü Avrupa Devletleri bu anlaşmayla Rusya tarafından tek taraflı bozulmak istenen Avrupa güçler dengesini yeniden kurmuş anlamına gelir.
Osmanlı Devleti, savaştan önce ki sınırlarına kavuşmuş ve Rusya’nın 18.yy. dan beri sağladığı bazı hakları kötüye kullanan Rusların Osmanlı Devletinin iç işlerine karışmasından da men edilmiş olacaktır. Özellikle savaşa giden süreçte Makamat-ı Mübareke ya da Kutsal Yerler Meselesi bu bakımdan önemlidir. Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışacak olan Makamat-ı Mübareke ve Kutsal Yerler Meselesi ve Balkanlarda kurulacak olan yeni yapı ile alakalı olarak Osmanlı Devleti’nin kesinlikle kabul etmeyeceği de anlaşılmıştır. Paris Anlaşması ile Avrupa’da yeni bir denge kurulmuş aslında Kongre barış anlaşmasını hazırlamak için toplanmıştır.
Konferansa katılmak üzere Paris’e gelen Rus heyetini karşılayan Walewski’nin “savaş meydanında kazanamadığınız şan ve şeref tacını politika alanında kazanacaksınız” tarzında ifadeler kullanması Osmanlı murahhası Âli Paşa ve İngiltere murahhası Clarendon tarafından şaşkınlıkla karşılanmış ve Fransa’ya duyulan güvenini sarsmıştır.
Paris Antlaşması'nın imzalandığı gün (30 Mart 1856), yine bu antlaşmaya bağlı olarak, antlaşmaya katılan devletler arasında 1841 Londra Antlaşması'nı yenileyen "Paris Boğazlar Sözleşmesi", ayrıca Osmanlı Devleti ile Rusya arasında Karadeniz'le ilgili olarak "Rusya ile Paris Antlaşması" imzalandı. Daha sonra da, yine Paris Antlaşması'na bağlı olarak, Osmanlı Devleti ile Rusya arasında, İngiltere ve Fransa'nın da katılmasıyla, 5 Aralık 1857'de, "Rusya ile Sınır Antlaşması" yapıldı. Böylece, 1856 Paris Antlaşması'nın imzalanması ile, 1853'de başlamış olan Kırım Savaşı sona ermiş oldu.
Paris Antlaşması sadece savaşı sona erdirmemişti. Rusya, Kars ve Memleketeyn’den geri çekilerek buraları Osmanlı Devleti’nin hakimiyetine bırakmış, Karadeniz donanması sınırlanarak tarafsız hale getirilmiş, boğazların barış zamanında tüm devletlere kapalı olduğu ilan edilmiş, Rusya Ortodoksların hamisi olduğu iddiasından vazgeçmişti. Ayrıca, Osmanlı Devleti Avrupa devletleri arasına yani Avrupa hukukuna ve Avrupa milletler topluluğuna dahil olmuştu.
Kırım Savaşı’nın Osmanlı Devleti’ne getirdiği bir sonuç da ilk defa yabancı devletlerden borç para alması oldu. Kırım Savaşı’nda müttefiklerin, barut dahil her türlü ihtiyaçlarının Osmanlı devletinden karşılanması zaten bozuk olan mali durumun daha da bozulmasına sebep olmuş ve savaşa devam edilmek istenmesi üzerine dış borçlanmasının yapılmasına karar verilmiştir. Bu karar Osmanlı Devleti’nin müttefiki İngiltere ve Fransa’dan büyük destek gelmiştir. Ancak bu ilk borçtan hazineye giren para ile savaş masrafları karşılanamadığından ertesi yıl yeniden borçlanma zorunluluğu doğdu. İkinci borçlanma ise İngiltere ve Fransa hükümetlerinin kefalet sağlanarak 1855 yılında Roth Schild Şirketi ile 5000 sterlinlik bir sözleşme imzalanarak yapıldı. Bu borca karşılık olarak da İzmir ve Suriye gümrüklerinin gelirleri ile Mısır vergisinin birinci borçlanmadan arta kalan kısmı gösterildi. Ayrıca bu sözleşme ile alınacak paranın sadece savaş masraflarına karşılık olarak kullanılması, bunu kontrol etmek üzere de İngiltere ve Fransa hükümetlerinin temsilcilerinden oluşacak bir komisyonun kurulması kabul edildi. Böylece Osmanlı Devleti Kırım Savaşı ile birlikte tarihinde ilk defa dış borçlanma yaptığı gibi, yabancıların malî kontrolü dönemine de girmiş oluyordu.
Paris Antlaşması Kırım Savaşı’na katılan diğer devletlere ise doğrudan çıkar sağlayan bir ortam hazırlamamakla beraber dolaylı olarak her devlet kendine göre bazı çıkarlar elde etti. İngiltere Rusya’nın Karadeniz’deki donanma ve tersanelerinin yok edilmesi ve bu denizde donanma bulundurulmasını önlemekle sömürgeleri ve Yakındoğu ticareti için büyük bir tehlikeyi, bir süre için de olsa kaldırmış oldu. Osmanlı Devleri üzerinde ise nüfuzu daha da arttı.
Ayrıca, 1856’da Anadolu’da demiryolu yapım hakkını elde etti, Babıâli’ye borç veren iki devletten biri oldu. Ayrıca Hindistan’da patlak veren 1857 Büyük sipahi ayaklanmasında Osmanlı Devleti İngiltere’nin yanını tuttu. Padişah Abdülmecid ayaklanmalarda zarar görenlere dağıtılmak üzere 1000 İngiliz lirası gönderdi. Padişahın bu yardımı İngiltere’nin Hint Müslümanları üzerindeki nüfuzunu artırdı. Sonuçta İngiltere Kırım Savaşı ve Paris Kongresi’nden en karlı devlet olarak çıktı. Fransa, Rusya’nın özellikle Kutsal Yerler Sorununu bahane ederek Akdeniz’e inerek kendi nüfuz alanlarına göz diktiğini gördüğünden bu savaşa katılmıştı. Paris Antlaşması ile bu tehlikeyi önlediği için durumdan memnundu. Ayrıca bu savaşta Koalisyon Savaşlarından itibaren kendisine karşı kurulmuş olan bütün ittifak antlaşmalarını parçalamıştı. Antlaşmanın Paris’te yapılması ise Fransa’ya Avrupa siyasetinde yeniden üstün bir yer sağladı. Aynı zamanda 1798’de Mısır’ı işgal etmesiyle yıkılan Osmanlı Devleti üzerindeki itibarını yeniden kazandı. Bununla da Doğu Avrupa ile Ön Asya’da etkinliği çoğaldı. Piyomente Paris Kongresi’ne katılmakla İtalyan birliğini kurma düşüncesini devletlerarası bir kuruluşta tanıtma ve savunma imkanına kavuştu. Böylece İtalyan birliği sorunu Avrupa politikasının konuları arasında yer almaya başladı. İlk bakışta Paris Kongresi barış antlaşması imzalamak için toplanmış gibi görünmekle beraber kongrede barış ile doğrudan ilgisi olmayan “deniz savaşı hukuku” gibi başka konular da görüşülmüş ve karara bağlanmıştır. Bu ise uluslar arası örgütlenmenin gittikçe güç kazandığını göstermesi yönünden kongreye ayrıca önem sağlamıştır.
İngiliz ve Fransız askerleriyle daha kolay irtibat kurulabilmesi amacıyla özellikle Tercüme Odası’na yabanci dil bilen birçok kişi ordularda veya ordu komutanlarının yanında görevlendirilmiştir. Dolayısıyla savaş sırasında dil bilen ve tercümanlık yapabilecek olan kişilere duyulan ihtiyaç artmıştır.
Kırım Savaşı’nın en önemli aşamasından birisi de Osmanlı askerlerinin İngiliz komutanlarının hizmetine verilerek savaş meydanına gönderilmeleri olmuştur. Savaş alanında çok sayıda kayıp veren İngiltere asker açığını özel bir antlaşma yapmak suretiyle Osmanlı askerini kendi bünyesine alarak kapatmaya çalışmıştır. Böyle bir olay Osmanlı tarihinin hiçbir döneminde görülmemiş olmasından dolayı son derece önemlidir.
Kırım Savaşı esnasında ilk defa olarak telgraf ve demiryolu yapılmıştır. İngilizler, Balaklava’dan Sivastopol’a kadar uzanan bir demiryolu inşa ettiler. Yine, İngilizler ve Fransızların ortak girişimleriyle İstanbul-Edirne-Şumnu-Varna-Balaklava arasında yapılan telgraf hatları ile Osmanlı Devleti Londra, Paris ve Viyana gibi Avrupa başkentlerine bağlandı. Kırım Savaşı sırasında hem demiryolu hem de telgraf gibi hızlı iletişim araçlarının sağladığı faydaların farkına varılması savaş sonrasında bu iki iletişim aracının ülkeye hızla yayılmasına neden olmuş, bilim ve teknikten faydalanılma yoluna gidilmiştir.
Savaş esnasında özellikle kolera, sıtma, tifüs, dizanteri ve iskorbüt (skorbüt) gibi hastalıklar askerler arasındaki ölüm oranının artmasına neden olmuştur. Hijyen koşullarının kötü olması, sağlık personelinin yetersiz ve eğitimsiz olması ölümleri artırmıştır. İşte savaş esnasında hijyen koşullarının düzeltilmesi, yaralı askerlerin bakım ve tedavileri gibi konularda Avrupa’dan gelen tabib ve gönüllü hastabakıcıların etkisiyle bundan sonraki süreçte hastalıklardan kaynaklanan ölümlerin azalmasına neden olmuştur. Savaş sırasında hem hastalıklardan hem de savaş meydanlarında binlerce asker ölmüştür.
Osmanlı Devleti’nin 1839’da ilan etmiş olduğu Tanzimat Fermanı hükümlerinin Müslüman ile Müslüman olmayan uyrukların aralarındaki farkları ortadan kaldırmadığı, bu nedenle yeni çıkarılacak olan fermanda gayrimüslim uyruğa eşitliği sağlayacak hükümlerin konulması ile bunların uygulanmasında büyük devletlerin söz sahibi olmasıydı. Bu ferman hükümlerinin barış antlaşmasında yer alması da kararlaştırılmıştır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Islahat Fermanı’nın bu hükümlerinin Paris Antlaşması’nda yer alması ve Avrupa Devletleri’nin gayrimüslim uyruk üzerinde bir nevi hak sahibi olmaları o ana kadar her devletin çıkarları doğrultusunda ayrı ayrı uyguladıkları Osmanlı Devleti’ni parçalama siyaseti olan Şark Meselesini müşterek bir müdahale haline getirmiştir. Bundan sonra İmparatorlukta çıkan, başta Ermeni meselesi olmak üzere, gayrimüslim tebaa ile ilgili bütün meseleler bu politikanın bir sonucu olarak değerlendirilebilir.
KAYNAKÇA
GENCER, Ali İhsan, “Kırım Savaşı ve Paris Anlaşması”, İstanbul2006, s.2
ARMAOĞLU, Fahir, 19.Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), TTK, Ankara 1997,s.259
UÇAROL, Rıfat, Siyasi Tarih (1789,2012), Kozyatağı1994,s.192-194
ACAR, Kezban (2019). “Kırım Savaşı (1853-56) Döneminde Propoganda: Rus Popüler
Kültüründe Savaş ve Düşman İmgesi”. bilig – Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi 88: 113-136.
UÇAROL, Rıfat, Siyasi Tarih (1789-2012), Kozyatağı1994,s.192-194
ULUERLER, Sıtkı, Kırım Savaşında (1853 – 1856) Rus – İran yakınlaşmasına Karşılık Osmanlı’nın İngiltere ile izlediği Politikanın Esasları,s.16-20
ARMAOĞLU, Fahir, 19.Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914),Ankara 1997,s.258
ERİM, Nihat, Fermanın metni: Noradounghian, Tome II, p. 415-416
ERİM, Nihat, Fermanın metni: Aynı Kaynak, p. 416-417
KELEŞ, Erdoğan, Osmanlı İngiltere ve Fransa Bağlamında Kırım Savaşı, Ankara 2009
ARMAOĞLU, Fahir, 19.Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914),Ankara 1997,s.258
KELEŞ, Erdoğan, Osmanlı İngiltere ve Fransa Bağlamında Kırım Savaşı, Ankara 2009
Türkgeldi, Mesâil-i Mühimme..., s.18.
Mustafa Reşid Paşa, Muharrerat-ı Nadire, Cilt: 2, İstanbul 1289, s.56-65
KELEŞ, Erdoğan, Osmanlı İngiltere ve Fransa Bağlamında Kırım Savaşı, Ankara 2009,s.
UÇAROL, Rıfat, Siyasi Tarih (1789-2002), Kozyatağı 1994,s.200-202
ARMAOĞLU, Fahir, 19.Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914),Ankara 1997,s.244-245
BESBELLİ, Saim, 1853-1856 Osmanlı-Rus ve Kırım Savaşı- Deniz Harekatı, Ankara 1997, s.66
ERİM, Nihat, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri, c.I.s.325-327
UÇAROL, Rıfat , Siyasi Tarih (1789,2012),Kozyatağı 1994,s.203-205
GENCER, Ali İhsan, Kırım Savaşı ve Paris Anlaşması, İstanbul 2006
UÇAROL, Rıfat, Siyasi Tarih(1789-2012), Kozyatağı1994s. 206-208
GÖNLÜBOL, Mehmet, Milletlerarası Siyasî Teşkilatlanma, (Üçüncü Baskı), Ankara 1975, s. 55.
KURAT, Nimet, Rusya Tarihi, Ankara 1948,s. 349-353
GÖNLÜBOL, Mehmet, Milletlerarası Siyasî Teşkilatlanma,(Üçüncü Baskı), Ankara 1975,s.55.
KELEŞ, Erdoğan, Osmanlı, İngiltere ve Fransa Bağlamında Kırım Savaşı, Ankara 2009,s.358-361
GENCER, Ali İhsan, Kırım Savaşı ve Paris Anlaşması, İstanbul 2006,s.3
KELEŞ, Erdoğan, Osmanlı, İngiltere ve Fransa Bağlamında Kırım Savaşı, Ankara2009, s.383